21 Ağustos'04
Sayı: 2004/33 (25)


  Kızıl Bayrak'tan
  Saflaştıran ve ayrıştıran direniş, er ya da geç zaferi de kazanacaktır!
  Venezüellalı işçi ve emekçiler bir kez daha CİA’nın kirli planlarını bozdular
  ABD’nin ebeliğiyle doğan AKP 3 yaşında...
  CİA’nın kirli operasyonundan PWD çıktı...
  Çürüyen düzenden yine pis kokular yükseliyor...
  17 Ağustos depreminin 5. yılında yaralar kanamaya devam ediyor...
  17 Ağustos’un 5. yılında deprem ve devlet gerçeği...
  Türkiye’den günlük manzaralar...
  Sel baskını sonrası başbakan buyuruyor: “Kaçak yapıları yıkın!”
  Verimlilik yükseliyor, ücretler düşüyor!
  İşçi ve emekçi eylemlerinden...
  ÖSS yerleştirme sonuçları açıklandı… Burjuva eğitim sistemi çıkışsızdır!
  DİSK’in 12 Eylül kampanyası üzerine...
  Yaşar Okuyan’dan itiraflar... “Devletin her yeri A’dan Z’ye dökülüyor”
  Castleblair işçileri 14 Ağustos’ta bu kez Marks&Spencer Nişantaşı mağazası önündeydiler...
  Castleblair işçilerine destek...
  Almanya’da Pazartesi Gösterileri...
  Abdullah Öcalan’ın son açıklamaları üzerine...
  Hacıbektaş şenlikleri ve artan devrimci sorumluluklar
  Hacıbektaş şenliklerinden izlenimler...
  Bültenlerden...
  Sacco ve Vanzetti...
  10. yıl vesilesiyle...
  Direniş tarihimize damgasını vuran 15 Ağustos
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
17 Ağustos depreminin 5. yılında yaralar kanamaya devam ediyor...

Biz kapitalizmi öldürmedikçe
o bizi öldürmeye devam edecek!

Onbinlerce insanımızın yaşamını yitirdiği 17 Ağustos ‘99 depreminin ardından beş yıl geçti. 17 Ağustos öncesi ve sonrasında yaşananlar, onbinlerce emekçinin ölümünden depremin değil kapitalizmin sorumlu olduğunu göstermişti. Bu nedenle beş yıl önce “Deprem değil kapitalizm öldürür!” başlığı ile konuyu sayfalarımızda işlemiştik. Depremin ardından geçen 5 yıl boyunca yaşananlar bu çıplak gerçeği defalarca gözler önüne serdi.

Kapitalizm öldürmeye devam ediyor

17 Ağustos Marmara depremini, Bingöl, Ağrı depremleri, Konya’da çöken Zümrüt Apartmanı faciası, her kar ve yağmur yağdığında yaşanan “felaketler” ve son olarak Pamukova’daki hızlandırılmış tren katliamı izledi. Kuşkusuz bunlar sadece öne çıkanlar, akıllarda kalanlardı. Hepsinin birleştiği ortak nokta ise, bu düzende emekçilerin yaşamının bir pul kadar dahi değeri olmadığıdır. “Doğal afet”, “kaza” olarak gösterilmek istenen tüm bu katliamların arkasında kapitalistlerin kâr hırsı var. Her olayda değişik şekillerde ortaya çıkan denetimsizlik, yapılan uyarılara kulak asmama, bildiğini okuma, siyasi şov, maliyetten kaçma, ihale yolsuzlukları vb. durumlar yaşanan felaketlerin altyapısını döşemiştir. Sermaye düzeni gerekli tedbirleri almayarak sadece felaketlere davetiye çıkarmakla kalmıyor. Felaketlerin kıma uğrattığı emekçilerin en temel ihtiyaçlarını dahi karşılamıyor, onları yaşadıkları yıkımla başbaşa bırakıyor. Uyguladığı saldırı politikalarıyla yaşanan yıkımı daha da derinleştiriyor.

17 Ağustos depreminde 2 bin 505 kişinin yaşamını yitirdiği, 4 bin 800 kişinin de yaralandığı Yalova’da yapılan bir araştırma, sermaye devletinin uyguladığı yıkım programlarıyla can almaya devam ettiğini gösteriyor. Araştırmada kullanılan Yalova Emniyet Müdürlüğü ve jandarma birimlerinin raporlarına göre 1970 yılından 17 Ağustos 1999 yılına kadar son otuz yılda sadece 8 kişinin intihar ettiği Yalova’da 5 yılda 200’ü aşkın intihara teşebbüs olayı yaşandı, 30 kişi yaşamını yitirdi. Yaklaşık 50 kişi ise aşırı dozda ilaç aldığı için çeşitli hastalıklara yakalandı.

Yalova’da suç oranı yaşı 12’ye düşmüş durumda. Aile içi şiddet doruk noktasında, adliyeler boşanma davası açan çiftlerle dolu. Peki deprem bölgesindeki işçi ve emekçileri intihara kadar sürükleyen bu travmanın nedeni nedir? Yalova Emniyet Müdürlüğü ve jandarma birimlerinin raporlarına göre, intihara teşebbüs edenlerin yüzde 80’i 17 Ağustos ve sonrasında yaşanan ekonomik krizin getirdiği olumsuz koşullardan etkilenen işsizler... İntihar eden 30 kişiden 12’si esnaf, 15’i de işsizlerden oluşuyor. İntihara teşebbüs eden 250 kişinin 150’si ise kadın. Kadınların intihara teşebbüs etmesinin başında ise aile içi şiddet ve ekonomik nedenler geliyor.

Yalova’da işsizlik yüzde 30’lara ulaşmış, her beş esnaftan biri ise icralık durumda. İşte artan intiharların, aile içi şiddetin, çocukların suç batağına itilmesinin gerisindeki nedenler. Çürüyen düzenin kronik sorunları... Yalova Esnaf Odaları Birlik Başkanı Behçet Kaplan’ın “Bizi deprem değil, ekonomik kriz çökertti” sözleri bu gerçeğin yalın bir ifadesidir. Kapitalist düzende işçi ve emekçilerin yaşamını yitirmesi artık ne tek başına doğal nedenlere ne de “doğal afet”, “trafik terörü”, “iş kazası” vb. denen katliam ve cinayetlere bağlı. İMF-TÜSİAD yıkım programlarının yarattığı işsizlik, açlık ve yoksulluk her geçen gün milyonlarca işçi ve emekçiyi uçurumun kıyısına itmektedir.

Devlet ne yapıyor?

Peki devlet bu tablo karşısında ne yapıyor? Beş yıl önce yaşanan depremi iktidardaki hükümetin kafirliğine, allah tarafından cezalandırılmasına bağlayan ve bugün hükümet koltuğunda oturan AKP ne yapıyor? Sanmayın ki boş otuyorlar... Daha koltuğa oturur oturmaz icraatlarına başladılar. DSP-MHP-ANAP koalisyonunun çıkardığı deprem vergileri AKP hükümeti tarafından 2003 yılında kalıcı hale getirildi. Deprem vergisi olarak bugüne kadar 7 katrilyon 212 trilyon lira toplandı. Ancak buna karşın deprem gelirlerinden bölgeye aktarılan tutar yalnızca 2 katrilyon 938 trilyon lira. Toplanan paraların nereye gittiğini ise Maliye Bakanı Kemal Unakıtan “Bu vergiler bütçenin finansmanı için gerekli” sözleriyle ortaya koydu. Yani deprem vergisi adı ile toplanan katrilyonlar borç ödemesi olarak İMF’ye, teşvik, kredi vb. adı altında sermayeye ve hortumculara akıtıldı, akıtılmaya daevam ediyor.

Yeni katliamlar bizi bekliyor

Jeoloji Mühendisleri Odası İstanbul Şube Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Yıldırım Güngör “İstanbul şu an deprem riski en yüksek kentlerden biri , yani günün her anında ülkemizde büyük bir deprem olma olasılığı her zaman var. İstanbul depremi öğrendi ama elleri koynunda hiçbir şey yapmadan depremi bekliyor” açıklamasıyla 15 milyon emekçiyi bekleyen felakete dikkat çekiyor. Açıklamasının devamında “İstanbul’da 17 Ağustos’tan önceki durum neyse şimdi de aynı, yapılan zemin etütlerinin yarısı dostlar alışverişte görsün türünden” sözleriyle, yaşanan yıkımların ve yapılan uyarıların sermaye devleti tarafından kulak arkası edildiğine dikkat çekiyor.

Kuşkusuz 40 bin insanın yaşamını yitirmesine ve toplam 25 milyar dolar zarara neden olan depremden gerekli derslerin çıkartılmadığını söylemek bütünüyle doğru olmaz. Sermaye devleti gerek beş yıl önce yaşananlardan gerekse bir yenisi kapıda bekleyen tehlikeden gerekli dersi çıkarmıştır. Ancak doğası gereği çıkardığı ders, yaşanan ve yaşanacak yıkımları, kendisi için nasıl bir kazanç kapısı yapacağıdır. TMMOB’a bağlı jeoloji Mühendisleri Odası’nın hazırladığı raporda, aradan geçen beş yıllık süreçte gerekli tedbirlerin alınmadığı belirtilerek şunlar kaydediliyor: “Bunun yerine imar ve afet hizmetlerinin ticarileştirilmesine, afet ve imar gibi ekonomik, teknik, sosyal, psikolojik boyutların içiçe geçtiği bir olgunun Dünya Bankası’nca şekil açısından denetlenen, sigorta şirketlerinin ve özel işletmelerinontrolünde bir piyasa alanı haline getirilmesine yönelik düzenlemelere öncelik verilmiştir.”

Zorunlu deprem sigortası denen uygulama devletin deprem riski karşısında aldığı tek somut “önlem”dir. Ancak ne tür bir önlem olduğunu basit sorulardan bile kolayca çıkarabiliriz. Örneğin bu sigorta, depremin vereceği zararı önler ya da azaltır mı? Hayır! Bu deprem öncesine değil sonrasına dönük olduğundan, olası zararı önlemez ve azaltmaz. Sadece sonrasında oluşan zararı, o da gerekli koşullar oluşmuşsa karşılar. Ya da şiddetli bir deprem sonrasında yaşayan çok az insan kalacağı için zararını karşılayacağı müşteri sayısı oldukça az olur. Peki ya deprem sigortası ölen insanlarımızı geri getirir mi? Bir insanın yaşamı parayla ölçülür mü? Kapitalizm için herşeyin değeri paradır, dolayısıyla onlar için ölçülür. Çoğumuz karnımızı zor doyururken sigorta primleri için gerekli para ödeyemeyiz bile. Bu durumda sigortası olmayanlar ne yapacaklar?! Elbette olası bir depremde yaşadıkları yıkımın tek sorumlusu ilan edilecekler!

Üzerinden 5 değil 50 yıl geçse de, kapitalist düzen sürdükçe yaşadığımız yıkımların yarası sarılmayacağı gibi yeni yıkımlar da kapıda bekliyor. Bu düzen değişmedikçe en ufak bir doğa olayı bizler için korkunç bir yıkım, sermaye için ise kazanç kapısı olmaya devam edecektir. Öğütülen yaşamlarımız, akan kanımız sermayedarların, tekellerin kasalarında dolar olarak yığılacaktır. Çünkü sermayenin sefahati bizim sefaletimiz üzerine kuruludur. Biz kapitalizmi öldürmedikçe o bizi öldürmeye devam edecektir.