Yargıtay Başkanının açıklamaları ve MİTin verdiği yanıtlar üzerinden bir kez daha ortaya dökülen sermaye düzeni ve devletinin pislikleri, pis kokular saçmaya devam ediyor.
Yaptığı açıklama ile sözde hakkındaki suçlamalara yanıt vermiş olan Yargıtay Başkanı Eraslan Özkayanın, bu açıklamadaki tek doğru/tutarlı ifadesinin müteahhit Şene yaptığı ödeme konusunda olduğu görülüyor. O da eğer senaryo gereği değilse. Bunun dışında, savunma niteliğindeki açıklamasında tek kelime doğru söylemediği, Emniyetin Çakıcı için düzenlediği Gökyüzü operasyonunun telefon kayıtlarına düşen konuşmalarıyla sabitlenmiş bulunuyor. Sayın Yargıtay Başkanı, Şen ile defalarca Çakıcı ve davası merkezli görüşmeler yapmış. Dahası Çakıcının korumalığını yapan emekli polis Özoğlu, müstafi yüzbaşı Özbulut ve yine Çakıcının adamı Aydın Göker ile Milasta, bu kişilerin 1 Haziranda gözaltına alınıpırakılması sonrasında bir görüşme yapmış. Konu ne dersiniz? Sorguda kendisi hakkında sorulanlar!.. Yani sayın başkan telefonlarının dinlendiğini ve dolayısıyla kirli ilişkilerinin açığa çıktığını biliyor.
Sayın başkanın bu görüşme sonrasındaki icraatı daha da ilginç. 29 Haziranda sayın başkan başkanlığında toplanan Yargıtay 1. Başkanlar Kurulu, Neşter-2 soruşturmasında dinlemeye düşen rüşvetçi Yargıtay üyeleri hakkında aklama kararı alıyor. Suç çetesiyle ilişkileri tespit edilmiş olan 7 Yargıtay üyesi, dinlemenin izinsiz olması gerekçesiyle yargılanmaktan kurtarılıyorlar. Ne ilginç değil mi? Şimdi Özkaya, kendi başkanlığındaki kurulun aldığı bu karara dayanarak, yine izinsiz kaydedilen kendi telefon görüşmeleriyle tesbit edilmiş çeteyle ilişki suçundan (büyük ihtimalle) yargılanamayacak...
Çakıcı dinlemesine düşen tek telefon görüşmesi Yargıtaydan değil elbette. Çete-devlet ilişkisi sözkonusu olur da, hiç kirli işler örgütü MİT bunun dışında kalabilir mi? Hele de konu MİT ile ilişkisi övgü konusu bile yapılan Çakıcı gibi bir faşist çete bozuntusuyla ilgili ise!.. MİTten de dış ilişkiler daire başkanı işe karışmış görünüyor. MİT müsteşarı Atasagunun Yargıtay Başkanı ile giriştiği ağız dalaşında, sayın başkandan daha az yalana başvurmadığı, yine polis kayıtlarından anlaşılıyor. Ne de olsa kendisi de önemli bir kurumun sayın başkanıdır. Diğer sayınlardan aşağı kalacak değil her halde!..
Atasagun, adamı Kaşif Kozinoğlunun savcılık tarafından alınan ifadesinin, Çakıcının bir ihbar mektubuyla ilgili olduğunu söylemişti. Oysa konunun Yargıtaydaki Çakıcı kulisiyle ilgili olduğu, Kozinoğlunun emniyet kayıtlarına düşen Çakıcının adamlarıyla yaptığı telefon görüşmelerinde de ihbar mektubu konusunda tek kelime geçmediği açığa vuruldu. Atasagun, elbette adamını korumak için yalan söyleyecekti. Tek gerekçesinin adamını korumak da olmayabileceği, adamının sözkonusu telefon görüşmelerindeki ifadelerine bakılırsa, bizzat kendisini de korumaya ihtiyacı olduğu açık. Bu görüşmelerde, Kozinoğlu, MİT müsteşarı Atasagunu kastederek, 1 Numaranın da bilgisi var diyor. Biz devletiz, niye korkuyorsunuz ki? diyor. Bu ifadeler, Kozinoğlun Çakıcı ile ilişkisinin kişisel değil, kurumsal olduğunun kanıtlarından biri. Gerçi MİT Çatlı, Çakıcı ve benzeri faşist katillerle ilişkisini her açığa çıktığında savundu. Bu açıdan, sözkonusu MİT olduğunda, suçlular ve suç şebekeleri ile ilişkisini ayrıca kanıtlama ihtiyacı bulunmuyor.
Ancak Yargıtay için aynı şey söylenemez...
Susurlukta, polis-mafya-siyaset üçlüsünün kirli ilişkileri dökülmüştü ortaya. Bu yeni gelişme, işin, devlet cephesinden çok daha ciddi boyutlarda olduğunu, görmeyen gözlerin önüne sermiş oldu. Suç ve cezanın en üst karar mercii olan Yargıtay da derin devlet tarafından zaptedildiyse, hukuk devleti iddiasından geriye bir şey kalmamış demektir. Bağımsız yargısı, üstelik en üst kademesinden, kirli işler örgütü ve faşist suç çeteleriyle içiçe geçmiş bir devlet düşününüz! Karanlık ve pis işlerin maddi çıkar ve rüşvetle karıldığı bu kirli bulamaçtan yansıyan bugünün sermaye devleti gerçeğidir!
En üst yargıda bu skandalın ayyuka çıktığı sırada, medya, kenarda köşede küçük puntolarla bir haber geçiyordu. Haber kendi içinde de önem taşımakla birlikte, yargının hali yönünden iki kat daha önemli görülmeli. Uyuşturucudan silah kaçakçılığına, cinayetten gaspa akla gelebilecek her türlü suç için örgütlenmiş toplum düşmanlarını kurtarmakla meşgul olan aynı yargı kurumu, 2 çocuğa salt 2 milyon lira yüzünden 20 yıl hapis cezası kesmişti. Aslında bu karar, Yargıtaydaki kirli ilişkiler ağından daha büyük bir skandaldır. Daha doğrusu, iki olay bir arada, yargının yapısı hakkında son derece açıklayıcı bir işleve sahiptir.
Eğer düzen çürümüş-çeteleşmiş ise, yargı kurumundan ana beklentisi, bu çürümenin gizlenmesi, bu çete suçlarının aklanması olacaktır. Diğer tüm kurumlarında olduğu gibi, yargı kurumunda da bu ihtiyaca yanıt verecek şekilde bir örgütlenmeye gidecektir. Bugün ortaya dökülen pislikler, yargıda bu örgütlenmenin gerçekleştirildiğinin kanıtından başka bir şey değildir.
Elbette düzenin yargıdan esas beklentisi, şimdi skandal olarak patlak vermiş türden işlevler değil. Daha da önemli olan, düzen muhaliflerinin en ağır, çoğu zaman yazılı hukuka aykırı biçimde cezalandırılmasıdır. Bunun her zaman için ve eksiksiz bir biçimde yerine getirildiğine ise mahkeme kayıtları tanık. Cumhuriyet tarihinin kayıtlarında bunun simgesi Deniz Gezmişler için kesilen idam kararıdır. Öncesinde ve sonrasında binlerce, onbinlerce benzer karar bulunduğu da bilinmektedir. Özellikle son on-beş yılda, yargıtay dairelerinin, DGMlerdeki hukuk dışı yargılamaların ürünü olarak önlerine giden her örgüt davasını adeta gözü kapalı olarak onayladıkları bilinmektedir.
Bu yargının siyasal-sınıfsal işlevidir, onun bir de sosyal-sınıfsal işlevi var. Buna son örnek, 2 milyon lira için 20 yıl hapis cezası verilen çocuklar davasıdır. Bu da paracı düzenin parasızların gözünü daha küçükten yıldırma operasyonundan başka bir şey değil. Şehir içinde araba yarışı yapıp insan ezen zengin çocuklarını iki gün olsun hapse atmayan düzen yargısı, sadece canı çektiği için ve sadece yiyebileceği kadar baklava çaldı diye, yoksulların çocuklarını 20 yıl gibi ömürlük cezalara çarptırırken, sadece ceza kestiği çocuklara değil, aslında tüm yoksullara gözdağı vermiş oluyor. Böyle umuyor en azından. Durum ne olursa olsun, açlıktan ölsen de başkasının malına dokunmayacaksın, diyor. Özel mülkiyetin kutsallığını tüm mülksüzlere ceza zoruyla kabul ettirmeye cedil;alışıyor.
Bu suç düzeninin hırsızlıkla biriktirdiği özel mallarının kutsallığı ya kabul edilip, suç çetelerinin iktidarına boyun eğilecek, ya da yargısı-vergisi-MİTi-İTi ile, çürüyen bu çete düzeni yıkılıp, insanca bir düzen kurulacak. Üçüncü bir yol, bir ara çözüm bulunmuyor...