26 Şubat 2005
Sayı: 2005/08 (08)


  Kızıl Bayrak'tan
  SEKA’nın çaktığı kıvılcım büyüyor!
  ABD emperyalizmine yanıtımız: Uşaklarını da al ve ülkemizden defol!
  Savaş kundakçılarından uşaklarına sert emir
  Özelleştirmeler Avrupa Birliğiıçin!
  Öğrenci affı neyi gizliyor?
  SEKA direnişi ve acil görevler
  SEKA direnişine ziyaret
  Cevizli Tekelışçileri eylemde
  Adana BDSP ve DHP’den TEKEL ve SEKAışçileriyle dayanışma çağrısı
  Emek Platformu’nu kim kurtaracak?
  Eğitim-Sen eylemleri
   Mersin’deki katliam protesto edildi
  Sermayenin alternatif muhalefet arayışı
  Ulusal sorun ve Kürt hareketi/3: Kürt hareketindeıdeolojik silahsızlanma
  AB şeflerinin Bush’la suç ortaklığı!
  Suriye’ye yönelik tehditler sürüyor
 Filistin halkı “barış” yalanına kanmayacak!
Lübnan’da “Lübnanlaşma”
belirtileri
 Kadın emeği ve sendikal katılım
Sosyalizm, kadının kurtuluşu ve
Sovyet deneyimi
İstanbul Eğitim-Sen 4 No’lu Şube Genel Kurulu...
AB ve Kürdistan sorunu
Bültenlerden
Kapitalizmde mutluluk ancak anketlerde olur!!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmekıçin tıklayın



 

Ulusal sorun ve Kürt hareketi/3

Kürt hareketinde ideolojik silahsızlanma

Kürt hareketi bağ ı ms ı zl ı ğ ı n ıyitirmiştir

İmral ı teslimiyetinin Kürt hareketinde yaratt ı ğ ı tahribat ı n gerçek boyutlar ı zaman akt ı kça daha belirgin bir biçimde ortaya ç ı kmaktad ı r. Bugün Kürt hareketi her anlamda bağ ı ms ı zl ı ğ ı n ı yitirmiş durumdad ı r. Art ı k ne bağ ı ms ı z bir ideolojiye ve programa, ne de bağ ı ms ı z bir stratejiye sahiptir. Devrimden geri dönülmez biçimde kopmuş bulunan ve kurulu düzenle bütünleşebilmek ve ondan kültürel haklar s ı n ı r ı nda bir çözüm elde edebilmek için bütün bir geçmişini neredeyse tümden inkar eden Kürt hareketi gelinen yerde art ı k olaylar ı n ard ı ndan sürüklenmekte, emperyalist sistemin ve sömürgeci düzenin çatlaklar ı üzerinden gündelik politika yapmaktan öteye gidememektedir.

İmral ı teslimiyetiyle birlikte en büyük tahribat kuşkusuz ideolojik cephede yaşanm ı şt ı r. Kürt hareketi İmral ı ile birlikte ideolojik cephede kendini adeta silahs ı zland ı rm ı ş, bağ ı ms ı zl ı ğ ı n ı tümden yitirmiş, dünkü siyasal düşmanlar ı n ı n dünya görüşüne teslim olmuştur.

Abdullah Öcalan, burjuva liberal ideolojinin çoktan eskimiş, içyüzü her yönüyle aç ı ğa ç ı km ı ş, bugünün gerçekleri karş ı s ı nda ise deyim uygunsa art ı k pul pul dökülen argümanlar ı n ı al ı p kendine özgü söylemlerle de bezeyerek, böylece ortaya seçmeci bir liberal düşünce karmaşas ı ç ı karm ı ş, bunu da Kürt hareketinin önüne yeni ideolojik çerçeve olarak koymuştur. O günden bugüne Kürt yay ı nlar ı , tarihsel ve güncel toplumsal-siyasal olgular ı n gerçekte ne olduğuna bir an olsun durup sukünetle bakma ihtiyac ı duymaks ı z ı n, “demokratik uygarl ı k manifestosu” ya da “ekolojik-demokratik toplum projesi” türünden yald ı zl ı ambalajlar içinde sunulan, ama içi boş formüllerden ya da liberal burjuva ideolojisinin eskimiş yaveleri olmaktan öteye gidemeyen bu yeni ideolojik görüşleri yineleyip durmaktad ı rlar.

‘60'l ı y ı llarda boy veren ve‘70'li y ı llarda devrimci ve reformist sol siyasal çizgide bir dizi ak ı m taraf ı ndan temsil edilir hale gelen yak ı n dönem Kürt hareketinin neredeyse tüm temsilcileri, kendilerini Marks ve Lenin taraf ı ndan temsil edilen bilimsel sosyalist ideolojinin izleyicileri olarak görmekteydiler. Tümü de ulusal kurtuluş davas ı n ı temel hareket noktas ı olarak ele alan, bunu kendileri için asli varl ı k nedeni haline getiren bu ak ı mlar, bu konumlar ı yla gerçekte burjuva demokrat ufku aşamayan devrimci-demokrat ya da liberal demokrat küçük-burjuva milliyetçi ak ı mlar olmaktan öte bir şey değillerdi. Sonraki bütün bir evrimlerinin de tüm aç ı kl ı ğ ı ile gösterdiği gibi, onlar için ulusal dava herşeyin baş ı ve sonu, her konudaki temel tutum ve tercihlerini belirleyen ana eksen idi. “Ulusal dava” için onlar dünün koşullar ı nda devrimci ve hatta hatta sosyalist idiler, bugün ayn ı dava için reformist, liberal ya da Amerikanc ı 'd ı rlar. Dahas ı içlerinden baz ı lar ı art ı k militan anti-komünisttirler.

Yine de bu ak ı mlar ı n zaman ı nda bilimsel sosyalizmle kurduklar ı düşünsel ilişki, salt duygusal bir etkilenme olmaktan öteye bir anlam taş ı yordu ve bundan öteye bir işleve sahipti. Bilimsel sosyalizm, özellikle Ekim Devrimi'nin dünya çap ı ndaki sars ı c ı etkisi sonras ı nda, ezilen ve sömürülenler cephesinde ortaya ç ı kan hemen tüm ak ı mlar ı n kendi davalar ı n ı n ihtiyaçlar ı ölçüsünde başvurduklar ı (ve elbette kendi toplumsal-siyasal konumlar ı na göre de çarp ı t ı p bozduklar ı ) genel bir ideolojik cephanelik durumundayd ı . Bu, toplumun ezilen katmanlar ı na dayanarak siyasal mücadele sahnesine ç ı kan ilerici ve devrimci ezilen ulus hareketleri için de böyleydi; dahas ı , Ekim Devrimi'nin açt ı ğ ı devrimci ç ı ğ ı r onlara gerçek kurtuluşun yolunu gösterip olanaklar ı n ı sunduğundan dolay ı d ı r ki onlar için bu özellikle böyleydi.

Yak ı n geçmişimizin yeni Kürt ulusal ak ı mlar ı için de durum tam ı tam ı na buydu. Bu ak ı mlar ‘60'l ı y ı llar ı n Türkiye'sinde başgösteren ilerici toplumsal-siyasal uyan ı ş ı n dolays ı z ürünüydüler. Ulusal bilince bu uyan ı ş ı n bir parças ı olarak ulaşm ı ş ve bunun sağlad ı ğ ı ideolojik-politik olanaklarla, ulusal sorunu eksen alan bir ayr ı siyasal yönelime sonradan girmişlerdi. Alt s ı n ı flara ya da en az ı ndan orta katmanlara dayanan bu ak ı mlar, bu toplumsal-siyasal konumlar ı çerçevesinde ve dönemin toplumsal muhalefetinin ideolojik-siyasal eğilimlerine uygun biçimde, sosyalizm iddias ı taş ı yorlard ı . Marksizm'le kurduklar ı ilişki en samimi durumlarda bile bu ak ı mlar ı marksist yapm ı yor, fakat marksist düşüncenin sunduğu tahlil ve kavray ı ş olanaklar ı bu ak ı mlar ı kendi davalar ı çerçevesinde ideolojik olarak silahland ı r ı yor, çağ ı , toplumu, s ı n ı flar ı , siyasal ilişkileri ve kurumlar ı genel ve kaba çizgileri içinde de olsa az-çok yerli yerine oturtmalar ı n ı kolaylaşt ı r ı yor, en genel s ı n ı rlar içinde de olsa dostlar ı n ı ve düşmanlar ı n ı doğru saptamalar ı n ı sağl ı yordu.

Eğer düne kadar, yani devrimci bir çizgide durduğu sürece Kürt hareketinin ideolojik bağ ı ms ı zl ı ğ ı ndan sözedilecekse, bu, yaln ı zca bu s ı n ı rlar içinde, dolay ı s ı yla göreli bir anlama sahipti. Ulusal kurtuluş davas ı n ı n devrimci temeller üzerinde savunulmas ı ve ulusal sorunun kaynağ ı n ı oluşturan düşman güçlere karş ı bir ideolojik bağ ı ms ı zl ı kt ı burada sözkonusu olan. Doğal olarak bu, böyle bir olanağ ı bu ak ı mlara sağlayan Marksizm'e ise tan ı mlad ı ğ ı m ı z anlamda bir bağ ı ml ı l ı k anlam ı na geliyordu. Her küçük-burjuva ak ı m gibi yak ı n geçmişin küçük-burjuva Kürt ulusal ak ı mlar ı da s ı n ı fsal doğalar ı gereği gerçekte burjuva ideolojisi ile proleter sosyalist ideolojinin çifte bask ı alt ı nda idiler. Fakat devrimci dönemlerinde, tam da devrim yolunu seçtikleri için ve bunda ı srar gösterebildikleri sürece, Marks ve Lenin'in temsil ettiği devrimci sosyalist ideoloji bu ak ı mlar üzerinde bask ı n bir etki ve ağ ı rl ı ğa kaç ı n ı lmaz olarak sahip olacakt ı . Bu ideolojinin bu ak ı mlar ı n s ı n ı fsal konum ve kimliklerinin prizmas ı ndan geçerek bozulmaya uğram ı ş olmas ı , bu gerçeği değiştirmediği gibi sözünü ettiğimiz olguya ek bir doğrulama da sağlar. Zira ancak bu sayededir ki, toplumsal özellikleri ve siyasal konumlar ı gerçekte Marksizm'e uzak olan bu ak ı mlar, buna rağmen fazlaca zorlanmadan onunla düşünsel bir ilişki kurabilmişlerdir. Öte yanda bu, marksist ideolojik etkinin ulusal kurtuluş davas ı çerçevesinde bu ak ı mlar elinde devrimci bir siyasal işlev yerine getirmesine engel de değildir.

Ayn ı konuyla bağlant ı l ı son bir nokta daha. İlerici-devrimci nitelikteki ulusal ak ı mlar ı n devrimci sosyalist ideolojiye yak ı nl ı ğ ı bu ak ı mlar ı n alt s ı n ı flara dayal ı kimliğinden ayr ı düşünülemediği gibi, ayn ı yak ı nl ı k onlar ı gerisin geri alt s ı n ı flar ı n ç ı kar ve özlemlerine daha çok bağlayan bir rol de oynam ı şt ı r. Nitekim Kürt hareketinin bugünkü tablosu üzerinden aç ı kça gördüğümüz gibi, gerçekliği duygusal bir iddia olmaktan öteye gidemese de düne kadar sosyalizmle sürdürülen bağ ı n bugün kabaca kopar ı lmas ı , buna paralel olarak alt s ı n ı flar ı n ç ı kar ve özlemlerinden de köklü bir kopuş ile ayn ı anlama gelmektedir. Emperyalizmin sömürü ve soygun düzeni ile burjuva s ı n ı f egemenliğinin sosyo-ekonomik anlam ı , ezilen ve sömürülen halk kitleleri için sonuçlar ı art ı k onlar ı ilgilendirmemektedir. Bu devrimciler d ı ş ı nda Kürt hareketinin tüm kesimlerinin bugünkü ortak konumu ve tutumudur.

Uzun y ı llar boyunca Kürt hareketini neredeyse tek baş ı na ve genel planda devrimci bir çizgide temsil eden PKK'nin devrimci sosyalist ideolojiyle ilişkisi de doğal olarak bu çerçevede ve s ı n ı rlar içindeydi. Komünistler onun marksist-leninist ideolojiyle kurduğu ilişkiye bundan öte bir anlam yüklemediler ve oldukça erken bir tarihte (daha ‘90'l ı y ı llar ı n baş ı nda) bu ilişkiden kaba kopuşa da aç ı kl ı kla işaret ettiler. Bu kopuş, devrimden kopuş ve kurulu düzenle bütünleşme aç ı l ı m ı olan “siyasal çözüm” çizgisiyle birlikte gündeme geldi ve zamanla gitgide daha aç ı k biçimler kazand ı . Daha ‘90'l ı y ı llar ı n ortas ı nda bu doğrultuda epeyce bir yol al ı nm ı şt ı ve var ı lan yerin bilançosunu, Mart 1995'te toplanan EKİM 3. Genel Konferans ı özlü bir biçimde ve tüm temel noktalar üzerinden zaman ı nda ortaya koydu. (Bkz. EKİM 3. Genel Konferans ı /Siyasal ve Örgütsel Değerlendirmeler, IV. Bölüm, Eksen Yay ı nc ı l ı k, s. 96-117, ya da Kürt Ulusal Sorunu/2, s. 22-43). (Daha bu safhada emperyalizme karş ı devrimci tutum köklü bir biçimde terkedilmiş; sözde hala savunulan sosyalizm anlay ı ş ı genel “insanl ı k sosyalizmi” söylemiyle devrimci s ı n ı f özünden ar ı nd ı r ı lm ı ş, burjuva düzenin mülkiyet ilişkileri tart ı şma konusu olmaktan ç ı kar ı lm ı ş, büyük toplumsal sorunun çözümü mülkiyet ilişkilerinden bölüşüm ilişkilerine kayd ı r ı lm ı şt ı . Böylece bugünkü sosyal-demokratlaşman ı n en kritik ad ı mlar ı daha o günden at ı lm ı şt ı ).

PKK'deki bu köklü değişim, gerçekte bir ideolojik silahs ı zlanma, ayn ı anlama gelmek üzere o gün için hala da çat ı şmak zorunda kald ı ğ ı güçlerin ideolojisine s ı ğ ı nma anlam ı na gelmekteydi. PKK politik program ve çizgi plan ı nda devrimden reforma, devrimci demokrat çizgiden liberal demokrat çizgiye geçiyordu. Bunun ideolojik düzlemdeki karş ı l ı ğ ı ise, o güne kadar şu veya bu ölçüde başvurulan devrimci sosyalist ideolojiden kopuş ve liberal burjuva ideolojisine geçiş olabilirdi. Öyle olduğunu zaman tüm aç ı kl ı ğ ı ile göstermiş bulunuyor. Haziran ‘99'daki ilk İmral ı savunmalar ı bu köklü saf değiştirmenin ilk derli toplu belgelenmesi olmuştu. Bir y ı l kadar önce (Kas ı m 2003) benimsenen yeni Kongra Gel program ı ise bunun yeni düzeyde bir resmi teyidi oldu.

Kongra Gel program ı

Kongra Gel program ı birkaç bak ı mdan özel bir önem taş ı yor.

Öncelikle bu program halen de Kürt hareketinin ezici bölümünü temsil eden bir partinin program ı d ı r ve bu niteliği ile, bugünün Kürt hareketinin hangi ideolojik ve politik çerçevede yönetilip yönlendirildiğinin de en dolays ı z bir belgesidir.

İkinci olarak bu program, Abdullah Öcalan' ı n savunma ad ı alt ı nda yay ı nlanan kitaplar ı ndan geliştirdiği görüşlerinin özlü bir ifadesinden başka bir şey değildir. Abdullah Öcalan' ı n kitaplaşt ı r ı lm ı ş savunmalar ı nda ilkel komünal toplumdan alarak bugüne getirdiği ve “ekolojik-demokratik toplum projesi” olarak sunduğu tarih ve toplum görüşünün ne anlama geldiği konusunda bir fikir edinmek isteyenlerin kestirmeden başvuracaklar ı bir belge niteliğindedir bu program. Soyut ve akademik olan ı bir yana b ı rak ı p var ı lmak istenen siyasal sonuçlar üzerinden bakt ı ğ ı n ı zda, Abdullah Öcalan' ı n savunmalar ı nda vard ı ğ ı temel önemdeki tüm siyasal sonuçlar, ki yeri geldikçe buna dolays ı z olarak da işaret edeceğiz, Kongra Gel program ı nda yerini bulmuş durumdad ı r.

Ve üçüncü olarak, Türkiye'deki Kürt sorununun ele al ı n ı ş ı na ilişkin zorunlu rötuşlar ile sol söylemden ar ı nd ı r ı lm ı şl ı ğ ı saymazsan ı z, bu program özellikle ideolojik özü bak ı m ı ndan ayn ı zamanda PWD'nin de program ı d ı r. Ekim 2004 baş ı nda aç ı klanan halihaz ı rdaki “PWD Program Taslağ ı ”, işin asl ı nda Kongra Gel program ı n ı n revizyondan geçirilmiş biçiminden başka bir şey değildir. Bu tutum ve sonuç şaş ı rt ı c ı da değildir; zira burjuva liberalizmi bugün devrimciler d ı ş ı nda tüm kesimleriyle Kürt hareketinin ortak ideolojik temelidir. Aradaki farkl ı laşma ayn ı ideolojik esaslar ı n sağ ve sol yorumu s ı n ı rlar ı ndad ı r, kesinlikle daha öteye değil. Politikada konum ve tutumlar ı n bir parça çetrefil bir hal almas ı , ideolojik temel ortakl ı ğ ı na ilişkin bu temel önemde gerçeği karartmamal ı d ı r. Bu, Kürt sorununun çözümü için bağland ı klar ı ya da s ı ğ ı nd ı klar ı güçlerin konumundan gelen bir karmaş ı k durumdur, ideolojik ve ilkesel konumlar ı n değil fakat politik tutum ve tercihlerin getirdiği bir sonuçtur. Sözünü ettiğimiz karmaş ı kl ı ğ ı yaratan, Abdullah Öcalan' ı n İmral ı 'da olmas ı , yani Türk devletinin etki ve denetiminde bulunmas ı d ı r. Çözümü ABD vesayetine s ı ğ ı nmakta bulanlar hem İmral ı 'n ı n Kürt sorununu kemalist cendereye s ı k ı şt ı ran tutumlar ı na mecbur değillerdi ve hem de yeni Amerikanc ı konumlar ı n ı n bir sonucu olarak, sol iddia ve söylemle her türlü bağ ı kesip atmak zorundayd ı lar. Bu, Kongra Gel program ı ile “PWD Program Taslağ ı ” aras ı ndaki fark ı n baş ı ve sonudur.

Kongra Gel program ı n ı n önemine ilişkin son bir nokta daha var. Bu program, sunuş bölümünde, “devleti ve toplumu demokratikleştirmeyi” hedefleyen, özü, esas ı ve işlevi bu olan bir program olarak tan ı mlan ı yor. İdeolojik gerekçelendirmesinde öze değil de söyleme ilişkin önemli farkl ı l ı klar olsa da, “devleti ve toplumu demokratikleştirme” hedefi ÖDP'den EMEP'e Türkiye'nin liberal solunun da asli program ı durumundad ı r. Bu olgu bize, karş ı -devrimin bas ı nc ı alt ı nda devrimi terkedenlerin zorunlu buluşma noktalar ı n ı gösterdiği kadar, devrimci döneminde Kürt hareketinden özenle uzak duranlar ı n tam da liberalleşme döneminde neden onunla y ı llar ı bulan istikrarl ı bir ittifak kurabildiklerini de aç ı klamaktad ı r. Onlar ı bu denli kolay ve istikrarl ı bir biçimde birleştiren, ayn ı program ı n söylemi değilse bile derindeki liberal özüdür.

Burjuva liberalizmine ideolojik teslimiyet: “Demokratik uygarl ı k çağ ı ”

Program ı n kendisine geçiyoruz ve sunuşundaki ilk cümle ile başl ı yoruz: “Dünyam ı z XXI. yy. ile birlikte yeni bir çağa, demokratik uygarl ı k çağ ı na giriş yapm ı şt ı r.” Ayn ı ifade PWD Program Taslağ ı 'n ı n ayn ı yerinde şu şekliyle yeral ı yor: “ Günümüz dünyas ı demokratik uygarl ı k çağ ı na giriş yapman ı n yoğun mücadelesine sahne olmaktad ı r.” Bu ikincisinin ilkinden fark ı yaln ı zca daha ihtiyatl ı olmas ı d ı r. İlkinin olmuş bitmiş kesin bir durum olarak tan ı mlad ı ğ ı n ı , ikincisi henüz “yoğun mücadele”ye konu olan bir geçiş sanc ı s ı olarak sunmaktad ı r.

Burada yeni bir çağ ı n hem isimlendirme s ı n ı rlar ı nda tan ı m ı ve hem de başlang ı ç tarihi ile karş ı karş ı yay ı z. Sözkonusu olan “demokratik uygarl ı k çağ ı ”d ı r ve insanl ı k ona 21. yüzy ı l ile birlikte, yani 2000'li y ı llarda giriş yapm ı şt ı r. Bu kuşkusuz somutluğu ölçüsünde ciddi bir iddia demektir. Peki ama bu büyük çağ değişimini insanl ı k neye borçlu? Ne olmuştur da (ayn ı Kongra Gel program ı ndan da anlaş ı ld ı ğ ı kadar ı yla) emperyalizm, dünya savaşlar ı ve devrimler çağ ı olan 20. yüzy ı l ı n geride kalmas ı yla birlikte insanl ı k yeni bir çağa, üstelik “demokratik uygarl ı k çağ ı ”na girmiştir?

Aktard ı ğ ı m ı z ilk cümleyi izleyen cümlelerdeki yan ı t (eğer bu sözkonusu soruya bir yan ı t oluşturacaksa) şöyle: “Bu çağın temelini oluşturan bilimsel-teknik devrim sayesinde ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel alanda köklü değişiklikler yaşanmaktadır. Bilgi ve iletişim alanında yaşanan baş döndürücü gelişmeler ve ortaya çıkan olanaklar, her türlü bilgiye ulaşmayı imkan dahiline sokarak, bilgiyi salt dar-elit kesimlerin ulaşabildiği bir lüks olmaktan çıkarmış, bireyin düşünce yapısı ve davranışlarında köklü değişikliklere yol açmıştır. Böylece birey ve toplum, gücü elinde bulunduran otoritelerin koyduğu sınırların ve kalıpların ötesine taşarak bilgilenme ve aydınlanma imkanına kavuşmuştur. Bu durum geçmişe, bugüne ve geleceğe bakış açısında önemli değişiklikler yaratmıştır.”

Bu sözlerin kendi s ı n ı rlarında belli bir anlam ı belki olabilir, fakat çağ değişimi ve yeni bir çağ ı n tan ı m ı çerçevesinde zerre kadar bir anlam ı yoktur. Ya da ancak gündelik dilde pek kullan ı lan “bilgi çağ ı ”, “bilgisayar çağ ı ” ya da “internet çağ ı ” tan ı mlar ı n ı n ne kadar bir anlam ı varsa ancak o kadar vard ı r. Bu ise sosyal bilimin değil fakat köklü bir çağ kavray ı ş ı n ı da olanaks ı z k ı lmaya yönelik gündelik burjuva propagandas ı n ı n dili/söylemidir. Nitekim “bilgi ve iletişim alan ı ndaki başdöndürücü gelişmeler”in insanl ı ğa sunduğu nimetler üzerine söylenenler de ayn ı burjuva propaganda dilininin bir yank ı s ı ndan başka bir şey değildir. Ayn ı bilgi ve iletişim kanallar ı üzerinde kurduğu “başdöndürücü” tekel sayesinde toplumun geniş kesimlerini serseme çeviren ve adeta yeniden cahilleştiren bir burjuva s ı n ı f egemenliği gerçeği orta yerde duruyorken kalk ı p ciddi ciddi bunlar ı söylemenin, burjuva propagandas ı n ı n kaba yalanlar ı na programatik ifade kazand ı rmaktan öte bir anlam ı yoktur. Dolay ı s ı yla, yeni çağa ilişkin o pek iddial ı tan ı m, daha kendisini izleyen temellendirmeye yönelik girişimle boşluğa düşmektedir. Paral ı hale getirilmek yoluyla temel eğitimin bile yeniden dar bir elitin lüksü haline getirilmek istendiği bir evrede kalk ı p bilginin s ı n ı rs ı zca kitlelere malolduğunu söylemek ve bunu da “demokratik uygarl ı k çağ ı ”n ı n en önemli işaretlerinden biri olarak sunmak, yeni çağ tan ı m ı n ı n ciddiyetine ironik bir başka gösterge say ı lmal ı d ı r herhalde.

Bunlarla zaman kaybetmenin asl ı nda pek de bir anlam ı yok. Zira biz burada bilimsel esaslara dayal ı bir çağ tan ı m ı yla değil, fakat kritik bir eşikte yap ı lm ı ş bir politik tercihin gerçek anlam ı n ı ve niteliğini gizleyen içi boş bir propaganda slogan ı ile yüzyüzeyiz. Bunun böyle olduğunu herkes değilse bile çok kimse bildiğine göre, sorduğumuz sorunun yan ı t ı n ı bu çerçevede aramak yoluna gitmek de en doğrusu.

Kongra Gel program ı insanl ı k için müjdelediği yeni çağ ı “demokratik uygarl ı k” olarak olarak tan ı ml ı yor. “Demokratik uygarl ı k” ilk İmral ı savunmalar ı ndan beri çoğumuz için çok tan ı d ı k bir ifade. Yeni bir çağ tan ı m ı ndan önce, basitçe bir kitap ismi olarak. Savunmas ı n ı n köklü bir saf değiştirme anlam ı na gelen yeni aç ı l ı mlar ı na teorik ve tarihsel bir çerçeve kazand ı rabilsin diye bizzat sorgucular ı taraf ı ndan Abdullah Öcalan'a sağlanan Leslie Lipson'un art ı k o fazlas ı yla tan ı d ı k olan kitab ı n ı n ismi tam ı tam ı na bu, yani “Demokratik Uygarl ı k” idi. Kürt hareketinin İmral ı üzerinden “demokratik uygarl ı k” kavram ı n ı keşfetmesinin kaynağ ı işte bu kitap oldu. Buna yeni bir keşif diyoruz, zira Kürt hareketinin o güne kadar Marksizm'in etkisi alt ı nda şekillenmiş uygarl ı k ve çağ kavramlar ı tümüyle farkl ı yd ı ve “demokratik uygarl ı k çağ ı ” türünden bir uydurmay ı içermiyordu. Bu o kadar aç ı k bir olgudur ki, tart ı şmakta olduğumuz Kongra Gel program ı üzerinden bile bunu kan ı tlamak mümkün.

Bu program ı n 1. Bölümü “Uygarl ı ğ ı n Gelişimi” alt bölümüyle başl ı yor (onu ise “Demokratik Uygarl ı k Çağ ı ” alt bölümü izliyor!). Burada uygarl ı ğ ı n gelişiminin belli başl ı aşamalar ı olarak ilkel komünal toplum, köleci toplum, feodal toplum ve nihayet kapitalist toplum s ı ralan ı yor ve bunlar ı n her biri “uygarl ı k” olarak (“köleci uygarl ı k”, “feodal uygarl ı k” vb.) tan ı mlan ı yor. Bu, materyalist tarih anlay ı ş ı n ı n ürünü o bildiğimiz toplumsal gelişim şemas ı . Kongra Gel program ı yaln ı zca genel tan ı mda değil, fakat bu uygarl ı klar ı n her birinin özgün niteliği ve temel s ı n ı f ilişkileri konusunda da hala Marksizm'den ödünç al ı nma görüşleri s ı ralamay ı sürdürüyor. Bu tutum elbette Marksizm'i hala da bir parça sahiplenmekten değil, fakat başka türlü bir “uygarl ı ğ ı n gelişimi” şemas ı sunma olanağ ı ndan yoksun olmaktan geliyor. Zira insan toplumunun tarihsel gelişmesi konusunda materyalist temele sahip bu tür bir tutarl ı bilimsel gelişim şemas ı ortaya koymak olanağ ı na yaln ı zca Marksizm sahiptir.

Fakat her nedense buraya, yani “kapitalist uygarl ı ğa”, hatta “emperyalizm çağ ı ”na kadar Marksizm'e uygun biçimde resmedilen tarihsel gelişim şemas ı , tam da burada marksist tarih ve toplum anlay ı ş ı ndan kopuyor. Kongra Gel program ı na göre, “kapitalis uygarl ı ğ ı ”, ayn ı materyalist tarih anlay ı ş ı n ı n öngördüğü gibi sosyalist uygarl ı k değil, fakat “demokratik uygarl ı k” izleyecektir. Bu, Marksizm'in yerini Leslie Lipson üzerinden liberal burjuva ideolojisinin ald ı ğ ı noktad ı r. Topluma ve toplumsal gelişmeye s ı n ı f esas ı na ve mücadelesine dayal ı materyalist yaklaş ı m ı n yerini, bu noktadan itibaren burjuva s ı n ı f düzeninin ebedileştirilmesi düşüncesi alm ı şt ı r. “Demokratik uygarl ı k” tan ı m ı , Abdullah Öcalan' ı n savunmalar ı nda kullanmay ı pek sevdiği ifadeyle, bu kaba gerçeğin şifresinden başka bir şey değildir. Bu, abartmaks ı z ı n, “tarihin sonu”nu ilan edenlerle ayn ı ideolojik platforma düşmektir. Zira tarihsel gelişme diyalektiği tam da kapitalist toplum düzeninin yerini sosyalist toplum düzeninin alacağ ı gelişme aşamas ı nda k ı r ı lmaya uğruyor ve yerini “demokratik uygarl ı ğa”, yani kapitalist piyasa ekonomisi üzerinde süreklileştirilmiş burjuva demokrasisi sistemine b ı rak ı yor. Dolay ı s ı yla “kapitalist uygarl ı k” yerini art ı k “demokratik uygarl ı ğa” b ı rakmaktad ı r demek, aldat ı c ı bir totolojiden başka bir şey değildir.

Abdullah Öcalan' ı n İmral ı sonras ı ndaki en büyük marifetlerinden biri, kendi ifadesiyle “tesadüfen eline geçen” bir kitap isminden Kürt hareketi için yeni bir çağ ve uygarl ı k tan ı m ı ç ı karmay ı başarm ı ş olmas ı d ı r. Fakat burada sorun elbette basit bir isimlendirmeden çok öteyedir. Sözkonusu olan art ı k çağa, dünyaya, topluma belli bir görüş aç ı s ı ndan, liberal burjuva liberal ideolojinin çerçevesinden bakmakt ı r. Amerikal ı bir akademisyen olan Leslie Lipson'un kitab ı n ı n temel işlevi de budur; burjuva demokrasisinin idealize edilmesi, en üstün “uygarl ı k” nitelemesi kat ı na yükseltilmesi ve böylece ebediliğinin ilan edilmesidir. Abdullah Öcalan yeni fikirlerini büyük ölçüde bu kitaba borçlu olduğunu aç ı kl ı kla ifade etmekle kalmam ı ş, savunmas ı nda bu fikirleri daha anlaş ı l ı r hale getirmek için sözkonusu kitaptan uzun al ı nt ı lar yapmak yoluna da gitmişti.

Akademik konumu üzerinden Leslie Lipson düzenin bir ideologu idi ve burjuva düzenini “demokratik uygarlık” kılıfı içinde yüceltmek onun asli işi sayılmalıdır. Fakat ezilen bir ulusun ezilen katmanlarına dayalı olarak gelişen bir ulusal hareketin lideri, böyle bir kaynaktan sunulan argümanları alır hareketi için yeni ideolojik temel yapmaya kalkarsa, bu ideolojik bir silahsızlandırma ile aynı anlama gelir. İmralı'da yapılan bu olmuştur, İmralı savunmaları buna hizmet etmiştir. Yapılan emperyalist sisteme ve kapitalist düzene ideolojik ve politik cephede tam bir teslimiyet ve boyun eğiştir.

Bir sonraki bölümde Kongra Gel programının esasları üzerinden devam etmek üzere bu bölümü bitirmeden önce “demokratik uygarlık çağı”na girişin zamanlamasına bir göz atalım. Hatırlanacağı gibi, insanlığın bu yeni çağa 21. yüzyıl ile birlikte girdiği söyleniyordu. Demek ki yüzyılın hemen sonunda bu geçişi olanaklı kılan ve ona anlamını veren çok önemli gelişmeler olmak durumundadır. Bunların ne olduğunu yine ilk İmralı savunmalarında biliyoruz. Zamanında ayrıntılarıyla ele alıp irdelediğimiz bu savunmaların ilkinde ve “20. Yüzyıl Sonunda Zafer Kazanan Demokrasi” başlığı altında aynen şunlar söyleniyordu:

“Günümüz demokrasileri, basit ve karmaşık yönleriyle önce fikri boyutta, 17'inci ve 18'inci yüzyılda gelişirken, kurumsal yönetimsel gelişme, 19'uncu yüzyılın ortalarından itibaren hız kazanmış, 20'nci yüzyılda ise, faşizmin total amansız diktatörlüğüyle, zıt yöndeki reel sosyalizmin totaliter rejimlerine karşı direnerek, yüzyılın sonunda kesin zaferini ilan etmiştir.”

Bu sözler bize insanlığın neden tam da 21. yüzyılla birlikte sözde “demokratik uygarlık çağına giriş” yaptığını vermekle kalmıyor, sözü edilen “demokratik uygarlığı”n gerçekte ne olduğunu da, tarihsel kökeni ve mevcut durumu içinde, bütün açıklığı ile ortaya koyuyor. Bu sözler, jandarmalığını ABD'nin yaptığı emperyalist-kapitalist dünya düzeninin “günümüz demokrasileri” adı altında kutsanmasından başka bir şey değildi. Bu sözlerde anlamını bulan tutum, emperyalist dünya sistemine ve kapitalist sömürü düzenine diz boyu bir teslimiyetti. Bu teslimiyetin Kürt hareketini ideolojik cephede nasıl bir duruma düşürdüğünü görmek içinse, Kongra Gel programının ilk cümlesini oluşturan “yeni çağ” tanımına bakmak bile yeterlidir.

(Devam edecek...)

EK

Zaferi ilan edilerek kutsanan “yeni dünya düzeni”dir

Abdullah Öcalan ne yaptığını, yaptığı tercihin ne anlama geldiğini çok iyi bildiği içindir ki, savunmasının “giriş” bölümünün hemen ardından, bugünkü dünya sistemine ilişkin tutumunu açıklamaya geçiyor. Bunu “20. Yüzyıl Sonunda Zafer Kazanan Demokrasi” başlığı altında yapıyor. Burada “demokrasi” adı altında zaferi kutsanan, gerçekte ABD önderliğindeki “yeni dünya düzeni”dir. Sahte ve biçimsel burjuva demokrasisinin kaba bir biçimde yüceltilmesine ilişkin pasajları şimdilik geçiyoruz, az önce de ifade ettiğimiz gibi bunlar üzerinde ayrıca durulacaktır. Burada şu an bizim için önemli olan, Öcalan'ın bugünkü emperyalist dünya sistemine ilişkin tutumunu açığa vurduğu pasajlardır.

Bunlardan birinde şöyle diyor:

“Günümüz demokrasileri, basit ve karmaşık yönleriyle önce fikri boyutta, 17'inci ve 18'inci yüzyılda gelişirken, kurumsal yönetimsel gelişme, 19'uncu yüzyılın ortalarından itibaren hız kazanmış, 20'nci yüzyılda ise, faşizmin total amansız diktatörlüğüyle, zıt yöndeki reel sosyalizmin totaliter rejimlerine karşı direnerek, yüzyılın sonunda kesin zaferini ilan etmiştir.”

Burada tarihsel ve teorik olarak herşey birbirine karıştırılmıştır. Karşılaştırmada toplumsal sistemlerle siyasal üstyapı biçimlerinin birbirine karıştırılmasını bir yana koyalım. Bununla da kalınmayarak, tekelci kapitalizmin bir devlet biçimi olan faşizm ile sosyalist siyasal rejimler aynı kefede, “totaliter rejimler” kategorisi içinde birlikte ele alınmış, sözde 20. yüzyıl boyunca bunlara karşı direnen “demokratik sistem”e karşıt konumda tanımlanmıştır. Bu, yüzyılın büyük çatışmasını ve bölünmesini tepetakla etmektir. Faşizm tam da, Ekim Devrimi'nin açtığı çığıra, işçi sınıfının sosyalist toplum düzeni uğruna verdiği mücadeleye karşı, bugün “günümüz demokrasileri”ni temsil ediyor görünen burjuva gericiliğinin verdiği bir yanıttan, tuttuğu bir yoldan başka neydi ki? Faşizmi “günümüz demokrasileri”nin üzerinde yükseldiği o aynı toplumsal ve sınıfsal zeminden, tekelci kapitalizmden ve tekelci burjuvaziden ayrı düşünmek, tarihle ve bilimle alay etmektir. Faşizm ve “günümüz demokrasileri”, aynı sınıf devletinin, sınıf mücadelesinin seyrine bağlı olarak büründüğü iki farklı biçimden başka bir şey değildir.

Abdullah Öcalan'ın “günümüz demokrasileri”, güya sınıflar ve toplumsal sistemler üstüdür. Oysa bu sözde demokratik örtüyü kaldırdığımızda, kapitalist tekellerin çıplak ve paranın hükümranlığına dayanan amansız diktatörlüğü ile karşı karşıya kalırız. “Günümüz demokrasileri”, ABD, İngiltere, Almanya vb. gibi günümüz dünyasına her yolu mübah sayarak hükmetmeye çalışan emperyalist devletleridir. Günümüzün “demokratik sistem”i de, ABD'nin başını çektiği emperyalist “yeni dünya düzeni”den başka birşey değildir. Bunun işçi sınıfı, emekçiler ve dünyanın tüm mazlum halkları için, en başta de Kürt halkı için ne ifade ettiğini ise hergünkü olaylar açıkça göstermektedir. Mazlum bir halkın düne kadarki direniş lideri olarak bizzat Abdullah Öcalan'ın kendisinin karşı karşıya kaldığı trajik ve aşağılayıcı muamele, “günümüz demokrasileri”nin “demokratik” bir icraatıdır. Onlar bunu “demokrasiler”in kendini “teröre karşı” savunması olarak sunuyorlar. Bu yolla İmralı'ya kapatılan Abdullah Öcalan ise oradan, bunun, “zor ve şiddet” yolunu tutanlara karşı “günümüz demokrasileri” için meşru bir savunma tutumu olduğuna dair teoriler geliştiriyor, daha doğrusu onların bu konudaki hazır teorilerini yineliyor.

Elbetteki yukarıya aktardığımız karıştırmalar hiç de basit bir kafa karışıklığının değil, tersine, çok bilinçli bir çarpıtmanın ürünüdür. Abdullah Öcalan kapitalist-emperyalist sistemi dosdoğru savunacağına daha dolaylı bir yol tutuyor. Bunu, tıpkı burjuva ideologlarının kitlelere yönelik aldatma çabalarında yaptığı gibi, “demokratik sistem” ya da “günümüz demokrasileri” kılıfı içinde yapmayı yeğliyor.

Daha ileriden şöyle devam ediyor Abdullah Öcalan:

“‘90'lı yıllardan itibaren, sosyalist sistemin çözülüş ve demokrasiye dönüşümüyle, demokrasinin büyük zaferi aslında daha başlangıcındadır. Bir yerde diğer sistemlerin güçlü kalıntıları sürekli etkide bulunacaklar, saf bir demokrasi bir türlü kurulamayacak, ama gelişme hep bu yönde olacaktır.”

Bu sözler ‘89 çöküşünü izleyen dönemde gerici burjuva propagandasının kullandığı argümanların bir tekrarıdır. Abdullah Öcalan, ilgili çevrelere ideolojik paralellik mesajını vurgulu bir biçimde vermek için, bilerek benzer argümanlar kullanıyor. Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa'daki çözülmeyi “demokrasiye dönüşüm” olarak sunmaya kalkmak, emperyalist gericiliğin ağzıyla konuşmaktır. Yıkılışların ve çözülüşlerin ardından bu toplumların büyük bir sosyal, siyasal ve kültürel yıkıma sürüklendikleri, etnik boğazlaşmalar içerisinde tüketildikleri, türedi burjuvazinin mafyavari rejimleriyle yönetildikleri gözler önündeyken, “demokrasiye dönüşüm”den sözetmek, gerçeklerle alay etmektir.

Fakat İmralı'daki Abdullah Öcalan salt bu konuda değil, savunmasındaki tüm öteki konularda da gerçeklerden tümüyle kopmuştur. O salt bugünün dünya gerçekliğini değil, bugünün Türkiye ve Kürdistan gerçekliğini de tümüyle başka gözlerle görmektedir. Savunmasında resmedilen Türkiye gerçekliği onun kendi hayal mahsulüdür, gerçekte böyle bir Türkiye yoktur. Kuşkusuz tüm bunları herkes kadar Abdullah Öcalan da bilmektedir. Fakat ABD çözümüne uygun düşen bir açılım ancak gerçeklerin bu tür bir tersyüz edilmesiyle olanaklı olduğu için, “gerçekçi” Öcalan da bunun gereklerini yerine getirmektedir. Buradaki “gerçekçilik” tam bir “yeni dünya düzeni”ne teslimiyet gerçekçiliğidir. Bu Talabani'nin yıllar önce Öcalan'a önerdiği, “sizin de bunu kabul etmekten başka bir çareniz yoktur” sözleriyle empoze etmeye çalıştığı türden bir gerçekçiliktir. O gün bu dayatmasından dolayı Talabani'yi ihanetle suçlayan Abdullah Öcalan bugün aynı türden bir gerçekçiliği bizzat kendisi seçmiştir. Nitekim savunmasının girişini izleyen “20. Yüzyıl Sonunda Zafer Kazanan Demokrasi” başlıklı bu ara bölüm bu tür bir gerçekçilik vurgusuyla, daha da açıkça söylersek, “yeni dünya düzeni”ne teslimiyetten başka bir yol olmadığının dile getirilmesiyle bitmektedir:

“2000'li yılların zaferini kesinleştiren demokratik sistem, derinliğine tüm toplumlara yaygınlaşmasının önüne geçilemez gibi görünüyor. Buna karşı direnen kaybederken, başarıyla uygulayanın kazanacağı da aynı kesinliktedir.”

Öcalan'ın bu sözlerinin tercümesinin; ABD'ye direnen kaybeder, onunla uyumlu hareket eden ise kazanır, demekten başka bir anlama gelmediğini, İmralı duruşmalarının ilk günlerinde dile getirmiştik.

İmralı savunmasının eleştirisi/2'den ara bölüm...

(Kızıl Bayrak, 3 Temmuz 1999)