26 Şubat 2005
Sayı: 2005/08 (08)


  Kızıl Bayrak'tan
  SEKA’nın çaktığı kıvılcım büyüyor!
  ABD emperyalizmine yanıtımız: Uşaklarını da al ve ülkemizden defol!
  Savaş kundakçılarından uşaklarına sert emir
  Özelleştirmeler Avrupa Birliği için!
  Öğrenci affı neyi gizliyor?
  SEKA direnişi ve acil görevler
  SEKA direnişine ziyaret
  Cevizli Tekel işçileri eylemde
  Adana BDSP ve DHP’den TEKEL ve SEKA işçileriyle dayanışma çağrısı
  Emek Platformu’nu kim kurtaracak?
  Eğitim-Sen eylemleri
   Mersin’deki katliam protesto edildi
  Sermayenin alternatif muhalefet arayışı
  Ulusal sorun ve Kürt hareketi/3: Kürt hareketinde ideolojik silahsızlanma
  Suriye’ye yönelik tehditler sürüyor
  AB şeflerinin Bush'la suç ortaklığı!
 Filistin halkı “barış” yalanına kanmayacak!
Lübnan’da “Lübnanlaşma”
belirtileri
 Kadın emeği ve sendikal katılım
Sosyalizm, kadının kurtuluşu ve
Sovyet deneyimi
İstanbul Eğitim-Sen 4 No’lu Şube Genel Kurulu...
AB ve Kürdistan sorunu
Bültenlerden
Kapitalizmde mutluluk ancak anketlerde olur!!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

8 Mart ruhuyla omuz omuza mücadeleye!

Merhaba,

Emekçi kadınların uluslararası mücadele günü olan 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü yaklaşıyor. 8 Mart sermaye köleliğine, emekçi kadının bu kölelikten kaynaklanan sınıfsal, ulusal ve cinsel çifte ezilmişliğine karşı kavgayı yükseltme günüdür! Tıpkı 1 Mayıslar'da olduğu gibi, 8 Martlar'da da mücadele tarihimizden aldığımız derslerle daha da ileri atılmak ve yaşadığımız günün taleplerini yükseltmek için alanlara çıkarız. Sorunlarımız da, taleplerimiz de yıldan yıla, ülkeden ülkeye değişebilir. Fakat çektiğimiz acılar, ödediğimiz bedeller ve özlediğimiz gelecek hep aynıdır.

Bundan tam 148 yıl önce 8 Mart 1857'de New Yorklu 40 bin dokuma işçisi kadın kardeşimiz, uzun çalışma saatleri ve kötü çalışma koşullarına başkaldırdılar. Yine 1886 yılında Amerika'da dokuma işçisi kadınlar, 8 saatlik iş günü, eşit işe eşit ücret, sendikalaşma ve oy hakkı için mücadeleyi yükselttiler. Direniş sırasında polisin çıkardığı yangında onlarca kadın kardeşimiz yaşamını yitirdi. 8 Mart'ın emekçi kadının mücadelesinde önemli direnişlerin olduğu tarih olması nedeniyle 1910 yılında 2. Enternasyonel'e bağlı Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı'nda Alman işçi hareketinin kadın önderi Clara Zetkin'in önerisiyle 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kabul edildi.

İşte 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü böyle yaratıldı. Fabrikada, atölyede azgınca sömürülen, tarlada kızgın güneşin altında emeğinin karşılığını alamadan çalışan, savaşlarda açlığa, yoksulluğa mahkum edilen, kitlesel tecavüzlere uğrayan, ev işlerinin, çocuk bakımının değişmez kölesi olan, geleneklerle baskı altına alınan, horlanan, aşağılanan biz emekçi kadınların kurtuluşu ancak yaşamın her alanında vereceğimiz mücadele ile kazanılır.

Bu yılki 8 Mart'ta alanlarda olmak, çok düşük ücretle sigortasız, sendikasız çalışmaya karşı olmak demektir; aynı işi yaptığımız halde aldığımız düşük ücrete karşı eşit işe eşit ücreti savunmak demektir; çifte sömürüye, eşitsizliğe, ezilmişliğe karşı olmak demektir. 8 Mart'ta alanlarda olmak, toplumsal yaşamın her alanında kadın–erkek eşitliğini savunmak demektir.

Bunları elde edebilmenin tek bir yolu var:

Bizler gibi emekçi olan eşlerimizle, kardeşlerimizle, oğullarımız ve kızlarımızla 8 Mart ruhuyla omuz omuza mücadele etmek!

Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!

(Çiğli İşçi Bülteni'nin Şubat ‘05 tarihli son sayısından alınmıştır...)

---------------------------------------------------------------------------------------

Esnek üretimin bir parçası:

Performansa dayalı çalışma

Çalıştığımız fabrikada üretilen herşey sayı üzerine ayarlanıyor. Saatte ne kadar, kaç tane yaptın gibi. Bununla amaçlanan sayıyı yüksek tutmak. Bir günde kaç saat çalıştıysan ve bu zaman zarfı içerisinde kaç adet mal yaptıysan senden en az o kadar isteniyor. Bu sadece bir günlük üretim içerisinde yaptıklarınla sınırlı değil. Her zaman bu sayıyı vermek zorundasın. Hatta senden bu sayının üstünde sayılar vermen de isteniyor. Eğer günlük ürettiğin sayıdan biraz olsun az yaparsan hakarete varacak azarlar işitiyorsun. Ama istenilenin üstünde bir sayı verirsen herhangi bir şeyle karşılaşmıyorsun. Sadece göz boyamak için pasta, kola vb. şeyler veriliyor.

Ben yaklaşık bir yıldır çalışıyorum ve böyle bir olayla bir kere karşılaştım. Sayıların az çıktığı durumda ise genellikle herkes yaşanan sorunu birbirinin üzerine atıyor. Bunlara gerekçe olarak malzemenin düzgün gelmediği, yanlış yapıldığı vb. oluyor. Bu da biz işçiler arasında yanlış anlamalara neden oluyor. Bireyler arasında sürtüşmelere yolaçıyor. Böylece insanın paylaşım duyguları köreltiliyor, sadece kendini düşünen bencil varlıklar yaratılmaya çalışılıyor. Böylece iş arkadaşının yaptığı hatayı vardiya sorumlusu veya ustabaşına iletmek ispiyon sayılmamış oluyor! Bunu bizzat fabrika yetkilileri söylüyor. Bunlar yetmiyormuş gibi şimdi de yaklaşık bir aydır performansa dayalı çalışma sistemi çıkardılar başımıza. Hem her saat istenilen sayıları verecekmişiz, hem de performansımızı artırarak daha fazlasını. Bununla yapılmak istenen belli. Eğer Ali bir günlük 200 sayı veriyorsa, Veli'de 250 veriyorsa Ali'den de 250'i vermesi istenecek. Böylece Ali kendisini biraz daha zorlayarak 250 mal üretmeye çalışacak. Böylece ortalama 200 olan ürün 250'ye çıkmış olacak. Bununla da bizim performansımız artarken patronun ve yalakalarının cebine daha fazla para girecek.

Yoğun bir şekilde çalışarak ürettiğimiz ürünlerin ve emeğimizin karşılığı olarak bizlere en fazla “Aferin Veli bu ayki performansın %150” diyecekler. Yani kuru bir teşekkür! Çünkü Veli'nin aldığı ücret yine asgari ücret olacak. Mantıklı düşünen her insan farkına varacaktır ki, her gün aynı performansla her gün aynı sayıyı vermek imkansızdır. Çünkü saatlerin ilerlemesiyle yorgunluk kendisini daha da hissettirecektir. Patron için önemli olan bu değildir. Çünkü ona göre işçi yorulmaz, uykusu gelmez, hatta acıkmaz bile. Buna yolaçan ise doymak bilmez kâr hırsıdır ve böyle bir düzende başka türlü davranması da beklenemez zaten. Biz işçiler, bu çalışma koşullarıyla her gün biraz daha yıpranıyoruz. Bu yıpranmışlığa ve harcadığımız emeğin gerçek karşılığını alabilmemiz için insanın insan tarafından sömürülmesine son vermemiz gerekiyor.

Bir metal işçisi

(Çiğli İşçi Bülteni'nin Şubat ‘05 tarihli son sayısından alınmıştır...)

--------------------------------------------------------------------------------------

Örgütlü mücadeleyle sorunlarımızı çözebiliriz!

Bizler bir grup döküm işçisiyiz. Çoğu döküm fabrikalarında olduğu gibi bizim çalıştığımız döküm fabrikasında da çalışma koşulları oldukça ağır ve zor. Metal işkolunda olduğu gibi bizim işkolunda da sık sık iş kazaları yaşanmakta. İş kazası geçirdiğimizde yaşadığımız kazaya mı yanalım yoksa kaza geçirdin diye yediğimiz fırçalara ve baskılara mı yanalım bilemiyoruz. Üzerimizde öyle bir baskı uygulanıyor ki bir ara hastaneye gitsem mi–gitmesem mi ikilemini yaşıyoruz. Çektiğimiz acılar aklımıza bile gelmez oluyor. Yaşanan bir “iş kazası” olduğu halde iş kazası vizitesini vermemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Sadece bizim çalıştığımız fabrikada son bir ay içerisinde en az 25'e yakın iş kazası meydana geldi. Bunların çoğunun sonucu el ve ayak kırılmaları şeklinde oluyor. 1-2 günlük rapor alan arkadaşlarımızı saymıyoruz bile. Kazaların nedeni genellikle yoğun çalıştırmaların verdiği yorgunluk oluyor. Birde bunlara alınmayan önlemleri eklememiz gerekiyor tabii. Örneğin yaptığınız işten kaynaklı kalıpların sağlamlaştırılmaması, kalitesiz gözlüklerin kullandırılması ve işçiden çok makinelere önem verilmesi.

Yaşadığımız sorunların temelinde bizlerin örgütsüzlüğü yatıyor. Karşısında bir güç göremeyen patronlar pervasızca bizleri sömürüyor. Sadece biz döküm işçileri bu sorunları yaşamıyoruz elbette. Hemen hemen her sektörde artık benzer uygulamalar yaşanmakta. Bu da şunu gösteriyor ki, yaşadığımız bu ortak sorunlara ortak çözümler bulmalıyız. Çözümü ise ortadadır; öncelikle her birimiz kendi fabrikasındaki sorunlar temelinde biraraya gelmeli ve çözüm yolları aramalıyız.

Ancak kendi gücümüze dayalı bir örgütlenmeyle sorunlarımızı çözebiliriz. Çünkü işçinin işçiden başka dostu yok!

Bir grup döküm işçisi/Çiğli Organize

(Çiğli İşçi Bülteni'nin Şubat ‘05 tarihli son sayısından alınmıştır...)