İçindekiler:

8 Kasım 2022
Sayı: KB 2022/32

Sosyalizm günceldir!
Ekim Devrimi yol gösteriyor!
"Sahtekarların yüzyılı" başlıyor!
AKP'nin vizyonunda ülke güzellemeleri
TÜSİAD'ın asıl derdi "sermayenin refahı"
Erdoğan'ın Diyarbakır gezisi
Emekçilere araba "müjdesi": TOGG!
Saray'da paçalar tutuştu
TTB yine mafyatik rejimin hedefinde!
Acarköy Tekstil direnişinin gösterdikleri...
Bornova Belediyesi'nde taban örgütlenmesi
Genel-İş'in mücadele bayrağını yere düşüren kim?
Dünyayı sarsan altmış yıl!
Avrupa'da güçlenen sınıf mücadelesi zemini
Doğu Akdeniz'de kartlar kırılıyor
"Dünyadaki durum en kötü senaryoya gidiyor"
2022 Küresel Açlık Endeksi
Dünya İklim Konferansı Mısır'da başladı
NATO'nun şefi Türkiye'de
Madenci katliamı
Maden işçisi hesap sormalıdır!
İEKK İstanbul'da buluşma gerçekleştirdi
MEB-A101 protokolü
Susurluk karanlığı sürüyor...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

TTB yine mafyatik rejimin hedefinde!

 

Kürt hareketine yakın kaynaklar son haftalarda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin PKK gerillalarına karşı kimyasal silah kullandığını dair açıklamalar yaptı. Bu konuda basında çok sayıda haber çıktı, fotoğraflar/video görüntüleri yayınlandı. Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinde buna karşı protesto eylemleri gerçekleştirildi. Kürt hareketi konunun uluslararası uzmanlar tarafından incelenmesini talep etti.

AKP-MHP rejimi tüm iddia ve haberleri yok sayan bir tutum takındı. Ağır bir ithamla karşı karşıya bulunmasına rağmen ne doğruladı ne yalandı. Ne zamanki Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Şebnem Korur Fincancı, iddiaların araştırılması gerektiğini dile getirdi, dinci-faşist rejim de tetikçi medyası da saldırıya geçti. Konuyu dile getiren CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ve HDP milletvekillerine saldıran rejimin aparatları, Fincancı’yı baş hedef olarak seçti.

Saray beslemesi tetikçi medya ile Perinçekçi Aydınlık, koro halinde Fincancı’yı hedef gösteren manşetler attılar. Ardından saldırı furyasına katılan AKP şefi Tayyip Erdoğan, her zamanki gibi kaba-saba tehditler savurdu, bir türlü ele geçiremediği TTB’ye de saldırdı. “Gereğinin yapılması için” talimat vereceğini söyledi. En kaba en histerik saldırı ise her zaman olduğu gibi faşist partinin şefi Devlet Bahçeli tarafından gerçekleştirildi. MHP şefi Fincancı’yı hedef almakla kalmadı, TTB’ye bir kez daha höykürdü. Bu faşist kafaya göre TTB derhal kapatılmalı, Fincancı ise zindana atılmalıdır.

Çöküş sürecinde bulunan mafyatik AKP-MHP rejiminin sergilediği histeri, işlediği suçların dile getirilmesinden duyduğu rahatsızlığın had safhada olduğuna işaret ediyor. Seçim sürecine girilmiş olması, iktidarın kimyasını daha da bozmuş, işledikleri suçların topluma açıklanmasını engellemek için yeni suçlar işliyorlar. Histeri öyle bir boyuta varmış ki, faşist partinin şefi düzen muhalefetini bile tehdit etmeye başladı.

***

Saray rejiminin TTB’ye ilkel bir kinle saldırması, Covid-19 pandemisinin başlamasından sonra adeta sistematik bir hal aldı. Elbette öncesi de vardı: TTB yönetimini ele geçiremeyen mafyatik rejimin ağababaları histeriye kapılmış, yetkilerini ortadan kaldırmak için girişimlerde bulunmuş, birtakım gerekçeler yaratarak hekimlere saldırmıştır. Görünen o ki, rejimin şefleri kendilerine biat etmeyi reddeden onurlu hekimlere derin bir kin beslemeye başlamış, yaptıkları birçok konuşmada bunu ilkel bir saldırganlıkla dile getirmişlerdir. 

TTB’nin teröristlikle, vatan hainliği ile suçlanması, yöneticilerin hedef gösterilmesi, tamamen kapatılmasının talep edilmesi gibi söylemler her üç-beş ayda bir tekrarlanıyor. MHP şefi, “TTB derhal kapatılmalı, yöneticileri yargılanmalıdır” türünden saldırgan konuşmaları son iki yılda en az beş defa tekrarlamıştır.

Bu histerik saldırganlık, rejimdeki çöküş korkusunun vardığı boyut hakkında fikir veriyor. Ancak olay bundan ibaret değil; yanı sıra gerçeklerin dile getirilmesinden nasıl de nefret ettikleri ve TTB’nin onlara biat etmemesinden kaynaklanan hiddetlerinin ne kadar derin olduğunu da gözler önüne seriyor. Hekimler görevleri gereği ne zaman rejimin icraatlarını sorgulayan bir şey söyleseler, aynı tehditlerin dile getirilmesi, aynı kin kusan vaazların verilmesi, AKP-MHP şefleri ile medyadaki tetikçilerinde hastalık derecesine varan bir hekim düşmanlığı olduğunu gösteriyor. Ancak hekimler dinci-faşist rejimin saldırganlığına boyun eğmediler. Görünen o ki, AKP-MHP şeflerinin saraya biat etmiş TTB görme hayalleri kursaklarında kalmaya devam edecektir.

 

Sansür “planı” sokakta parçalanacak!

 

Saray rejiminin “dezenformasyonla mücadele” diye adlandırdığı “sansür yasası” mecliste kabul edildikten sonra Erdoğan tarafından imzalanarak Resmi Gazete’de yayınlandı ve yürürlüğe girdi. Basın meslek örgütleri ve toplumun farklı kesimlerinin tüm itirazına rağmen sokakta püskürtülemeyen yasa mecliste kabul edildi. Bundan sonra yasanın uygulamasıyla birlikte ortaya çıkacak sonuçlara karşı gösterilecek tepkiye bağlı olarak yasa ya geri çekilecek ya da başka alternatifler bulunacak…

Yasanın meclisten geçtiği gün Bartın’da madenci katliamı yaşandı. Maden katliamı ile ilgili rapor ve belgelerin basında yayınlanması üzerine Saray rejiminin sözcüleri “dezenformasyon” yapıldığını iddia etti.

Erdoğan ise yaşananın bir “kader planı” olduğu demagojisine sarıldı. Kaderin bile bir planı var Erdoğan’a göre. Oysa önlenebilir iş cinayetleri için sermaye iktidarının uyguladığı planlarla sadece kapitalistlerin kârı ve çıkarları korunup kollanıyor.

***

Asıl dezenformasyon AKP-MHP iktidarının “planı”nda işliyor. Örneğin, şu son haftalarda yaşananlar bu planın nasıl işlediğini çok somut olarak gösteriyor.

“Dil, din, ırk ayrımı gözeterek yayın yaptığı” gerekçesiyle 3 gün TELE 1 kanalının ekranının karartılmasına karar veren RTÜK, Halk TV’nin de “Sözüm Var” programına 5 kez yayın durdurma cezası verdi. Evrensel ve BirGün gazeteleri ise ilan yasakları ve haber editörleri ve yazarlarına açılan davalarla susturulmaya çalışılıyor.

TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın Medya TV’ye yaptığı açıklamalarında, TSK’nin Irak Kürdistan’ında kimyasal silah kullandığına dair iddiaların araştırılmasını istemesi gerekçe gösterilerek hakkında soruşturma başlatıldı.

Çok planlı ve sistematik bir süreç işletiliyor. Önce tüm toplumun ses çıkarabilecek ve tepki gösterebilecek kesimleri hedef gösteriliyor, sonra soruşturmalar açılıyor ardından gözaltı ve tutuklamalarla susturulmaya çalışılıyor.

Yaşanan olaylar göstermektedir ki, gerçeğin işçi ve emekçilere ulaştırılmaması için her türlü yasal-hukuki düzenleme devreye sokuluyor. Gazeteler ilan yasaklarıyla, televizyonlar ekran karartma cezalarıyla, sosyal medya meclisten geçen “sansür yasasıyla” zapturapt altına alınmaya çalışıyor.

Dezenformasyonun kelime anlamı kasıtlı olarak yanlış bilgi yayılmasıdır. AKP-MHP iktidarının her türlü gelişmeye ya da tepkiye “dezenformasyon” dediğine maden katliamı hakkında yaptıkları açıklamalar üzerinden bir kez daha tanık olduk. Maden katliamının ardından “İletişim Başkanlığı” bir açıklamayla “resmi açıklamalar” dışındaki açıklamalara itibar edilmemesi gerektiğini ifade etti. Emniyet güçleri ise sosyal medyada yapılan paylaşımlarla ilgili soruşturma başlattı. Bu saldırılar yeni değil elbette. Dün olduğu gibi bugün de yarın da olacaktır.

2019 yılından bu yana işletilen sürecin geldiği aşama gözler önündedir. 2019 yılında RTÜK’ün yetkileri genişletildi ve yurtdışı haber sitelerini içeren çevrimiçi yayınları teftiş etme yetkisine de sahip oldu. RTÜK, internette yayın yapan medya kuruluşlarını denetlemeye başladı. Türkiye’deki “bağımsız gazeteler” BİK reklamlarından elde ettikleri gelirlerle ayakta kalıyorlar. Oysa BİK, reklamların çeşitli gazetelere nasıl dağıtıldığı veya medyaya verilen cezalar hakkında kamuya açık rapor sunmuyor. Dahası BİK, çeşitli gerekçelerle “muhalif gazetelerin” ilanlarını keserek susturmaya çalışıyor.

AKP-MHP rejiminin trol orduları/tetikçileri gazetecileri, sanatçıları, haber sitelerini hedef göstererek ve kirli bilgi yayarak gerçeği manipüle etme görevini yerine getiriyor. Bunun yanı sıra “köşesinden gereğini” yapan tetikçileriyle de tüm topluma gözdağı verilmeye çalışılıyor.

Tüm bu saldırılar ifade özgürlüğüne, haber alma ve haber verme hakkına yöneliktir. Ancak hiçbir dönem ne haber alma hakkı ne de ifade özgürlüğü engellenemedi/engellenemez. Her durumda inatla gerçekleri dile getiren basın emekçileri ve devrimciler vardı ve var olacak. AKP-MHP iktidarı, önünde baskı ve zorbalığı tırmandırma dışında bir yol kalmadığı için gerçekleri tersyüz etme çabasını arttıracaktır. Hak ve özgürlük mücadelesine yönelik baskı ve zorbalık kapsamına giren bu saldırılarsa ancak sokakta verilecek mücadeleyle püskürtülebilir.