İçindekiler:

8 Kasım 2022
Sayı: KB 2022/32

Sosyalizm günceldir!
Ekim Devrimi yol gösteriyor!
"Sahtekarların yüzyılı" başlıyor!
AKP'nin vizyonunda ülke güzellemeleri
TÜSİAD'ın asıl derdi "sermayenin refahı"
Erdoğan'ın Diyarbakır gezisi
Emekçilere araba "müjdesi": TOGG!
Saray'da paçalar tutuştu
TTB yine mafyatik rejimin hedefinde!
Acarköy Tekstil direnişinin gösterdikleri...
Bornova Belediyesi'nde taban örgütlenmesi
Genel-İş'in mücadele bayrağını yere düşüren kim?
Dünyayı sarsan altmış yıl!
Avrupa'da güçlenen sınıf mücadelesi zemini
Doğu Akdeniz'de kartlar kırılıyor
"Dünyadaki durum en kötü senaryoya gidiyor"
2022 Küresel Açlık Endeksi
Dünya İklim Konferansı Mısır'da başladı
NATO'nun şefi Türkiye'de
Madenci katliamı
Maden işçisi hesap sormalıdır!
İEKK İstanbul'da buluşma gerçekleştirdi
MEB-A101 protokolü
Susurluk karanlığı sürüyor...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Susurluk karanlığı sürüyor...

 

Türk sermaye devletinin yüz yıllık tarihi aynı zamanda kirli ilişkilerin tarihidir. Tarihte yaşananlara bakmak bugünü anlamak açısından önem taşır. Devlet-mafya-çete ilişkileri, uyuşturucu, faili meçhul cinayetler, kara para aklama, rant ve talan Türkiye tarihinin belli dönemlerinde ayyuka çıkmış ve çoğu zamansa örtülü şekilde yürütülmüştür.

Kirli ilişkileri milyonların gözünde ortalığa saçan “Susurluk kazası”nın üzerinden 26 yıl geçse de devletin mafyatik yapısı korunuyor. Bugün rant kavgası sonucu ortaya çıkan mafya şefi Sedat Peker’in ifşaatları, Kürt halkına yönelik yürütülen kirli savaş, devrimcilere yönelik kaçırma, infaz, gözaltında kaybetme ve işkence, bakanların mafyatik ilişkileri devletin yapısındaki kirliliklerin korunarak devam ettiğinin kanıtı niteliğindedir.

***

3 Kasım 1996’da meydana gelen kazada bir Mercedes’ten çıkan isimler devletin kirli ilişkilerini ortaya sermişti. Mercedes’te Abdullah Çatlı, Sedat Bucak, Hüseyin Kocadağ ve Gonca Us bulunuyordu. Tetikçi ve mafya şefi Abdullah Çatlı’nın üzerinden Mehmet Özbay adına düzenlenmiş kimlik çıktı. Arabada bulunanlardan Hüseyin Kocadağ eski İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı, Sedat Bucak DYP Şanlıurfa Milletvekili ve bölgenin korucubaşı ve Abdullah Çatlı’nın sevgilisi Gonca Us ise dönemin mankenlerinden biriydi. Aracın bagajında uzun namlulu silahlar, çanta dolusu dolarlar ve uyuşturucu çıktı. Sedat Bucak dışında geri kalanların öldüğü kazanın ardından toplumda yükselen tepkiyle birlikte “Sürekli aydınlık için bir dakikalık karanlık” eylemleri gerçekleştirildi.

Kaza ile birlikte beyaz toroslar, gözaltında kaybetmeler, işkenceler, faili meçhuller ve katliamlarla anılan ‘90’lı yıllarda yaşanan karanlığın failleri de böylece açığa çıkmıştı. O dönemde Kürt hareketinin gelişimi, Türkiye işçi sınıfının kitlesel eylemleri, ilerici-devrimci hareketin toparlanması gibi gelişmeler üzerine devlet, çetelerini organize şekilde sokağa salmıştı. 1993-95 yılları arasında yalnızca Kürdistan’da 17 bin insanın faili meçhul olarak katledilmesi yaşanan karanlığın koyuluğunu gösteriyor. Katliamları gerçekleştirenler saklanarak veyahut yasalarla korundu, korunmaya devam ediyor. Bugünkü burjuva devletin temsilcisi gerici-faşist rejim de dün Susurluk’ta açığa çıkan çete-mafya-uyuşturucu düzeninin devamıdır.

***

Burjuva devlet düzeninin ekonomik ve siyasi krizleri yönetebilmesinin bir yöntemi de korku imparatorluğu yaratılmasıdır. Kriz içerinde debelenen gerici-faşist iktidar rejimini korumak için mafya ve çetelerle iş birliğini sürdürecektir.

Susurluk’tan önce yaşanan ‘38 Dersim Katliamı, 6-7 Eylül, Sivas, Maraş, Çorum ve onlarca katliamın hesabı sorulamadığı için bugün Roboski, Ankara ve Suruç yaşandı. Katliamların faili burjuva devlet, tüm aygıtları ile parçalanıp atılmadığı sürece mafyatik ilişkilerle ya da IŞİD gibi çeteler eliyle bu koyu karanlık sürecektir. Unutulmamalıdır ki, bugünkü “çürümüşlük ve kokuşmuşluk tablosunun gerisinde bir sınıf egemenliği durmaktadır. Çürüyen ve kokuşan bu sınıfın, tekelci burjuvazinin egemenliğidir. Her türlü pisliğin kaynağı bizzat bu sınıfın kendisidir. Şu açık bir gerçektir ki, bu sınıfın karşısına bu sınıfı alt edebilme yeteneğine sahip bir başka sınıf çıkarılamadığı koşullarda, düzen ortaya saçılan pisliklerinin üzerini örtmekte fazla güçlük çekmeyecektir. Tüm ezilenlerin mücadelesine önderlik edebilme yeteneğine sahip biricik güç olarak işçi sınıfı iktidar mücadelesi alanına çıkarılamadığı sürece, tüm çürümüşlüğüne ve kokuşmuşluğuna rağmen, sermaye düzeni egemenliğini sürdürmeyi başarabilecektir. Fakat düzenin bu kadar kokuştuğu, devletin bu denli çürüdüğü ve adi bir suç çetesine dönüştüğü bir durumda, böyle bir karşı gücü yaratmak her zamankinden daha çok olanaklıdır.” (EKİM, Çürüyen düzen çeteleşen devlet, Sayı: 156, 1 Kasım 1996)

K. Düşgör

 

 

“Sansür yasası” da sökmeyecek!

 

İşçi ve emekçilerin yaşamını adeta zindana çeviren, hakları bir bir gasp eden sermaye iktidarı her geçen gün kendi sonunu hazırlamaya devam ediyor. Gerici-faşist sermaye iktidarı, uyguladığı sermaye yanlısı politikalarla işçi ve emekçileri açlık, yoksulluk ve işsizliğe mahkum ederken, tüm bu sorunları ve gerçekleri dile getiren devrimci ve ilerici güçlere yönelik baskı ve zorbalığını da tırmandırıyor.

Bu baskı ve zorbalığın bir ayağı da sosyal medyaya kelepçe vurmak demek olan “Sansür Yasası”dır. Geçtiğimiz günlerde mecliste geçen ve Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren bu saldırının asıl hedefi bellidir. Tek başına bu yasanın 29. maddesi bile yasanın neyi ve kimleri hedeflediğini en açık biçimde gösteriyor. “Yalan haber” adı altında işçi ve emekçilerin güncel gelişmeleri takip etmesi, gelişmeler üzerine yorumlarda bulunması ve bilgi alış-verişi yapmaları engellenmeye çalışılıyor. Aslında bir yerde kendi yalanlarını perdelemeye çalışıyorlar.

AKP Maraş Milletvekili Ahmet Özdemir “sansür yasası”nı mecliste savunurken “Amerikalı ilgililerle bu yasayı, özellikle 29. maddeyi konuştuk” diyerek kime ve neye hizmet ettiklerini açıkça itiraf etmiştir. Ayrıca “bu yasa tüm dünyaya örnek olacak” diyerek başka kapitalist ülkelere de kendince “akıl” veren Özdemir, ABD’li yetkilinin kendi ülkelerindeki yasayla aynı olduğunu yalanını da dile getirerek yalanda sınır tanımadığını da göstermiştir.

Sermaye iktidarları bugüne kadar devrimci ve ilerici güçlerin seslerini susturmak ve boğmak için sayısız yasa çıkardı. Takriri Sükûn, OHAL, PVSK vb. gibi yasalar bunların bazıları… Ama akıllarına gelmeyen ya da geldiği halde bir şey yapamayacaklarını bildikleri bir şey var: Sınıf mücadelesinin kendi yasaları…Bu yasanın önünde hiçbir güç duramaz.

Ne kadar yasa çıkarırlarsa çıkarsınlar, üretim aracı üzerindeki özel mülkiyet ve bundan doğan sömürü sistemi var olduğu sürece hem özel mülkiyete hem de sömürü düzenine karşı mücadele hep var olacaktır. Ve bu mücadeleyi hiçbir yasa ve yasak durduramayacaktır. Bu nedenle tüm bu çabaları nafiledir. Dolayısıyla ezilenlerin gazabından kurtulamayacak, yalanların üzerini örtemeyecek ve gerçeklerden kaçamayacaklardır.

Ankara’dan bir sınıf devrimcisi