İçindekiler:

8 Kasım 2022
Sayı: KB 2022/32

Sosyalizm günceldir!
Ekim Devrimi yol gösteriyor!
"Sahtekarların yüzyılı" başlıyor!
AKP'nin vizyonunda ülke güzellemeleri
TÜSİAD'ın asıl derdi "sermayenin refahı"
Erdoğan'ın Diyarbakır gezisi
Emekçilere araba "müjdesi": TOGG!
Saray'da paçalar tutuştu
TTB yine mafyatik rejimin hedefinde!
Acarköy Tekstil direnişinin gösterdikleri...
Bornova Belediyesi'nde taban örgütlenmesi
Genel-İş'in mücadele bayrağını yere düşüren kim?
Dünyayı sarsan altmış yıl!
Avrupa'da güçlenen sınıf mücadelesi zemini
Doğu Akdeniz'de kartlar kırılıyor
"Dünyadaki durum en kötü senaryoya gidiyor"
2022 Küresel Açlık Endeksi
Dünya İklim Konferansı Mısır'da başladı
NATO'nun şefi Türkiye'de
Madenci katliamı
Maden işçisi hesap sormalıdır!
İEKK İstanbul'da buluşma gerçekleştirdi
MEB-A101 protokolü
Susurluk karanlığı sürüyor...
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

 

Maden işçisi hesap sormalıdır!

N. Kaya

 

Türkiye Taşkömürü Kurumu’na bağlı Amasra İşletmesi’ndeki maden ocağında meydana gelen grizu patlaması sonucu 41 işçi yaşamını yitirdi. Katliamın yaşandığı 15 Ekim 2022 tarihi bundan böyle kara bir gün olarak anılacak ve işçi kanıyla beslenen kapitalist sistemin vahşi yüzünü herkes tekrar tekrar hatırlayacak.

Madenlerde iş güvenliği önlemlerinin alınmasını bir yük olarak gören kapitalistler, kasten ölümlere davetiye çıkartmaktadırlar. En az maliyetle çok iş çıkarmaya çalışılmakta, madenlerin ağır ve tehlikeli işkolu olarak bilinmesine rağmen işçilerin omuzlarına daha çok iş yükü bindirilmektedir. Sermaye devleti de kural tanımayan ve insani hiçbir duyguya sahip olmayan bu açgözlü asalak kapitalistlere çanak tutmakta ve her zaman onlara arka çıkmaktadır. Birer mezara dönen maden ocakları denetlenmemekte veya “kaza” sonrası ihmalleri açığa çıkartacak deliller karartılarak katiller aklanmaktadır.

Ölüm kamplarını aratmayan maden ocakları geçmişten günümüze ilkel çalışma rejiminin hakim olduğu yerler olmuştur. Neoliberal politikaların önünü açtığı özelleştirmeler ve taşeronlaştırmayla birlikte madenler işçiler için birer mezar olmuştur. 

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na girmese de 1940-1945 yılları arasında savaş ekonomisi uygulamıştır. “Milli Koruma Kanunu” ile işçilerin çalışma süreleri uzatılıp yasal tatilleri de sınırlanarak daha uzun sürelerle çalıştırılmalarının önü açılmıştır. Bu yasayla birlikte maden bölgelerine yakın yer alan kasaba ve köylerde erkekler zorla maden ocaklarında çalıştırılmışlardır. O dönemde havzada görevli bulunan Dr. Hulusi ve Dr. Sabire Dosdoğru’nun anlattıkları da buna işaret etmektedir:

* “Mükellefiyet EKİ’nin yıllar boyu uygulanan, tepeden inme, bu bölgeyi oluşturan köy ve kasabalardaki tüm erkeklerin 45 gününü zorunlu olarak maden ocaklarında çalışarak öteki 45 gününü köyünde geçirdiği münavebeli çalıştırma yöntemidir ki, bir başka örneğine sömürge ülkelerinde bile rastlanmamaktadır. O günlerde bu terimi çok çetrefil bulan yöre halkı bu baş belası uygulamaya ‘kellefiyet’ adını verir ve kelleyi bağlayıcı bir yasaklama olarak algılar. İşte bu kendine özgü despotik uygulama sosyo-ekonomik açmazları bir yana, kömür havzasındaki işçilerimizin sağlık sorunlarını da temelinden yıkar, onları her tür bulaşıcı hastalığa açık bir duruma getirir. Kömürün ocaklarda hala çok ilkel koşullarda çıkarılmasının yanı sıra işçilerin ocak içi ve dışı yaşamları ‘korkunç’ denilebilecek düzeyde kötüdür. Ücretleri (80-120 kuruş arası) düşüktür.

Askerlik çağındaki köylüler jandarma zoru ile maden ocaklarında çalıştırılır. Ocakların en dar, en basık yerlerinde iki büklüm, sürünerek kömür kazarlar; maske, tülbent gibi herhangi bir toz süzücü kullanmadan yoğun tozla yüklü havayı vardiyalar boyunca solurlar. Her türlü işçi hakları askıya alınmıştır…”

Maden işçilerine reva görülen bu korkunç ve insanlık dışı uygulamalar savaşın ardından da özellikle ‘80 sonrası özelleştirmelerin yaygınlaşmasıyla birlikte bir başka boyuta sıçrayarak ilkel çalışma koşulları kalıcılaştırılmıştır.

Özelleştirme uygulamalarıyla sendikasızlaştırma, kötü çalışma koşullarının dayatılması, işçi sağlığı iş güvenliği önlemlerinin yok sayılması, ücretlerin düşürülmesi ve işsizliğin artması paralel yaşanan süreçler olmuştur. Özellikle 1990’lı yıllardan sonra hem Türkiye Taşkömürü Kurumu’nda (TTK) hem de Türkiye Kömür İşletmeleri’nde (TKİ) işçi sayıları büyük bir oranda azalmıştır. TKİ’de 1980 yılında işçi sayısı 27.254 iken 2015’te bu sayı 5.075 olmuştur.

TTK’da ise 1980 yılında 43.383 olan işçi sayısı 2015 yılına gelindiğinde 8.982’lere kadar gerilediği görülmektedir. Ayrıca taşeron işletme sahipleri her türlü yatırımdan kaçınarak maliyetini en aza indirerek kârını azami dereceye çıkartmak için TTK’nın derme çatma eski hurda malzemeleriyle üretim yapmaya devam etmişlerdir. Böylece madenlerde süregelen kuralsız ve esnek çalışma rejimi peşi sıra katliam derecesine varan “kazaları” da beraberinde getirmiştir. Öyle ki Türkiye, maden kazaları sonucu yaşanan ölümlerde dünyada ilk sıradadır. İSİG Meclisi’nin açıklamasına göre, AKP’nin 21 yıllık iktidarı döneminde tam 1989 madenci “iş kazaları”nda kurban edilmiştir. İhmaller, alınmayan önlemler nedeniyle Zonguldak, Kozlu, Soma, Ermenek ve adını sayamadığımız birçok yerde göçük, patlama ve yangın nedeniyle binlerce maden işçisi göz göre göre katledilmiştir.

Soma’da 2014 yıllında yaşanan patlama sonucu 301 maden işçisi katledilirken, böyle büyük bir facianın ardından yasal olarak birtakım düzenlemeler yapılmışsa da hepsi kağıt üstünde kalmış ve kapitalistler yine bildiğini okuyarak Somalı maden işçisini ölümüne çalıştırmaya devam etmişlerdir.

Ayrıca sermaye rejimi de katilleri serbest bırakarak mükafatlandırmış, işçi avukatlarını ise farklı gerekçelerle tutuklayarak cezalandırmıştır.

“Aşağıda ölüm var, yukarda açlık!”

 Sermaye rejimi, madenci ölümlerine “kader” veya “fıtrat” diyerek toplumun gözünde katliamları kanıtsatmaya çalışarak sorumluluklarından kaçarken bundan sonra da katliamların olabileceğini peşinen söylemektedir. Maden işçisini nesne yerine koyan kan emici kapitalistler üzerlerinde herhangi bir baskı görmedikleri müddetçe madenlerde yaşanan katliamların da sonu gelmeyecek. Maden işçilerini açlıkla terbiye ederek çaresiz bırakan sömürücü asalaklar, işçileri bile bile ölüm kuyularına inmelerine mecbur bırakmaktadırlar. Aşağıda ölümün yukarda ise açlığın olduğunu ifade eden bir maden işçisi, durumu tam olarak tanımlamaktadır. Fakat diğer yandan sermaye ve devletin maden ocaklarında yıllardır uyguladığı vahşi politikaların gerisinde işçilerin yaşadıklarına ses çıkartmaması gerçeği var. Bir işçinin dahi ölmemesi için işçilerin örgütlü davranması ve hesap sorma bilinciyle hareket etmesi gerekmektedir. İşçiler iş güvenliği önlemleri alınmadan ocağa inmeyi reddeden bir duruş sergileyebilirlerse eğer, ölümlerin de sonu gelecek, insanca çalışma ve yaşam koşulları da sağlanacaktır.  

* Türkiye’de Özelleştirmeler ve Kömür Madenciliği: Soma’da Maden İşçisi Olmak- Mukaddes Esra Aysan - Sebiha Kablay