19 Haziran'04
Sayı: 2004/24 (16)


  Kızıl Bayrak'tan
  Devletin sahte açılımları ve Kürt sorununun gerçek çözümü
  Düzen medyası yine görev başında...
  Devrimci tutsaklardan açıklama...
  Castleblair’de eylem ve sendikal ihanet!
  Castleblair işçilerinin açıklaması...
  DİSK 12. Genel Kurulu üzerine
  NATO Zirvesi ve sendikaların tutumu üzerine
  Gaziosmanpaşa’da NATO karşıtı eylem, etkinlik ve pratik çalışmalar...
  BDSP’nin Pendik NATO karşıtı çalışmalarından...
  NATO karşıtı eylem, etkinlik ve faaliyetten
  Mamak NATO Karşıtı İşçi-Emekçi İnisiyatifi’nin eylem ve etkinliklerinden…
  Petkim işçileri eylemde
  Kızıl Bayrak 10. yayın yılını geride bıraktı!
Devrimci sınıf çizgisi ve geleneğinin yayın kürsüsü
  Nice 10 yıllara!
  “Kızıl Bayrak emekle, bedellerle yükseliyor, yükselecek!”
  Liseli gençlik çalışmasının sorunları
  6. ay zamları için örgütlenelim, mücadele edelim!
  İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) toplantısı üzerine...
  ABD emperyalizmine uşak olanlar, siyonistleri desteklemeye mahkumdur
  Aznar’dan sonra “fino köpeği” Blair de seçimlerde hezimete uğradı...
  Emperyalizm özgürlük değil egemenlik ister!..
  Bültenlerden
  Bültenlerden
  1. Çiğli İşçi Kurultayı Sonuç Bildirgesi:
  Tüketirken tükenen kadınlar
  12 Haziran’da Frankfurt’ta yapılan Konferans’ın Sonuç Bildirgesi
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
DİSK 12. Genel Kurulu üzerine

DİSK Genel Kurulu iki hafta önce yapıldı. Ayrıntılı notlarını geçen sayımızda sunduğumuz genel kurul, hem sendikal hareketin bugünkü durumu, hem de DİSK üzerinden siyaset yapmaya çalışan sol parti ve grupların sınıfa ilişkin politikaları hakkında önemli ipuçları sundu.

Konuyla ilgilenenler genel kurul öncesinde DİSK’le ilgili tartışmaların yoğunlaştığını, herkesin kendi cephesinden bir şeyler söylediğini anımsayacaklardır. Sınıf hareketinin bugünkü tablosundan rahatsızlık duyan herkesin sendikal hareket ve DİSK hakkında söyleyeceği şeyler olması elbette doğaldır.

Doğal olmayan, bu tartışmaların genel kurulla birlikte bıçakla kesilir gibi bitmesidir. Üzerinden iki hafta geçmiş olmasına rağmen, ne DİSK yönetimi genel kurulun sonuçları üzerinden doyurucu bir açıklama yapmıştır, ne de DİSK içerisinde etkinlik mücadelesi veren parti ve gruplar bu konudaki görüşlerini kendi yayın organlarında kamuoyu ile paylaşmışlardır. Bazıları kısa haber/yorum yazılarıyla yetinmiş, bazıları ise üzerinden atlamayı tercih etmiştir. Bu dikkat çekici suskunluk, bazıları için sınıf hareketine dönük politikasızlık, bazıları için de sınıf hareketine dönük politikalarının esasta genel kurul seçim hesaplarıyla sınırlı olması anlamına gelmektedir.

Oysa mevcut tablo, DİSK’in asıl şimdi tartışılması gerektiğini göstermektedir. Geçen hafta genel kurul notlarını ayrıntılı bir şekilde okurlarımıza sunmamız da, bu sayıda belli noktalar üzerinden yapılacak değerlendirmeler de, asıl olarak DİSK üzerinden tartışmalara zemin oluşturma amacı taşımaktadır.

Beklentileri karşılamaktan uzak,
sonuçsuz bir genel kurul tablosu

Üç gün süren DİSK Genel Kurulu, yapılan konuşma ve tartışmaların da gösterdiği gibi, Türk-İş ve Hak-İş genel kurullarının basit bir benzeri olmadı. Fakat beklentileri karşılamaktan da uzak kaldı. Kısaca özetlemek gerekirse, DİSK Genel Kurulu, eski yönetimin icraatlarına ilişkin bazı eleştirilerin ortaya konulduğu, geleceğe dair beklentilerin ifade edildiği, konuşmacıların içini döktüğü ve iç çekişmelerin bir parça su yüzüne çıktığı, önümüzdeki günlerde yapılacak NATO Zirvesi üzerinden ateşli mücadele çağrılarının yapıldığı, ancak bunun bile somut eylem programına bağlanamadığı bir toplantı oldu.

Bu vurgular elbette DİSK Genel Kurulu’nun tümüyle içi boş bir toplantı olduğu anlamına gelmiyor. Hiç değilse genel kurulda yaşanan tartışmalar ve alınan tutumlar sayesinde neyin ne olduğu, kimin nerede durduğu görüldü. Öte yandan genel kurul DİSK delegelerinin ezici bir bölümünün 1 Mayıs’ta ortaya konulan tutumu, yani çoktandır DİSK’in unutmuş olduğu fiili-meşru mücadele tarzını sahiplendiğini; emperyalist saldırganlığa karşı da önemli bir mücadele potansiyeli taşıdığını ortaya koydu.

Genel kurulda yaşanan tartışmalar ve alınan tutumlar üzerinden bazı noktalara daha ayrıntılı bir şekilde değinilmesi gerekiyor.

Tabandaki dinamizmin anlamı ve sınırları

DİSK’e bağlı sendikaların genel kurullarında ve nihayet DİSK Genel Kurulu’nda sözü edilen başlıca olgulardan biri “dipten gelen dalga”ydı. DİSK, nispeten daha ilerici ve mücadeleci bir üye bileşimine sahiptir. Konfederasyon ve sendika yönetimlerinin sermayeye karşı mücadele konusunda üzerlerine düşen görevleri yerine getirmemesi, diğer konfederasyonlara göre DİSK’te daha fazla taban tepkisine konu olmaktadır.

Son yıllarda, özellikle de kölelik yasası üzerinden yaşanan mücadelede alınan yenilgi en çok DİSK tabanında öfke uyandırmış, bunun sonucunda konfederasyonun Türk-İş’le aynılaşan sendikacılık tarzı ve 1992’den beri sahiplendiği “çağdaş sendikacılık” çizgisi eleştiri konusu olmaya başlamıştı.

Ancak tabandaki tepki devrimci bir programa ve devrimci taban örgütlenmesine dayanmıyordu. Bu nedenle de yönetimin değişmesi talebinin ötesine çok da bakılamıyordu. İşin bu aşamasında devreye, eski yönetimlerin günahlarına fazla bulaşmadığı düşünülen ara kademe sendikacılar girdi. Bunlar, “çağdaş sendikacılık” çizgisini eleştiren, DİSK’in geleneğini ve mücadeleci sınıf sendikacılığını savunan bir söylem tutturarak, düne kadar bir biçimde birlikte çalıştıkları eski yönetimlere karşı bayrak açtılar. Bunlar bayrak açtıkları eski yönetimlerin uyguladığı sendikal politikaları ve dünün alt kademe yöneticileri olarak geçmiş süreçlerdeki kendi rollerini köklü bir eleştiri konusu yapmadan yönetimlere talip oldular. Tabandan yükselen köklü bir muhasebe, köklü bir kopuş talei değildi. Tabandaki bu dinamizme yaslanarak yönetim kademelerine gelmeyi planlayanlar da bunun sağladığı rahatlıkla davrandılar. Sonuçta bazı sendikalarda yönetim tümüyle değişti. Ama eski tarz ve politikalardan köklü bir kopuş sözkonusu olmadı.

Genel kurul hem taban dinamizminin sınırlarını, hem de “değişim”, “sınıf sendikacılığı” gibi söylemlerle sendika yönetimlerine gelenlerin gerçekte nerede durduklarını bütün açıklığıyla gösterdi. Geçmiş dönemin bütün sorumluluğunu taşıyan; dolayısıyla bir değişimden, yenilenmeden söz edenlerin hesap soracağı kişilerin başında gelen Süleyman Çelebi, ustaca bir manevra yaptı. Değişim basıncını gören Çelebi, genel kurul öncesinde değişim isteyen dalganın üzerinde yükselen sendika başkanlarıyla pazarlığa oturdu. Adeta alay edercesine, kendi sendikalarının genel kurullarında “sınıf sendikacılığı” diye nutuk atarak yönetime gelen sendika başkanlarından bir yeni yönetim listesi oluşturdu ve el altından ilan etti. (Daha genel kurulun ilk saatlerinde konuşan Avrupalı bir sendikacı, yeni yönetimde bir kaın olmasının kendilerini çok sevindirdiğini söylüyordu, yani kendilerine yönetimde kimlerin olacağı genel kuruldan önce bildirilmişti. Çelebi, konuşmasında buna değinirken, işin bu utanç verici yanını görmezden geldi ve yönetimde bir kadın olmayışının nedenlerini son dakika değişiklikleriyle izah etmeye koyuldu.)

Çelebi için bu durumun özel bir izahı gerekmiyor. O neticede koltuğunu korumaya çalışan bir sendika bürokratı ve bunun için ne hüneri varsa sergiliyor. Üstelik bu, sendikalarda artık alışılmış bir anti-demokratik gelenek. Ancak sınıf sendikacılığını bir program olarak benimsediklerini söyleyen ve bir ay öncesine kadar “geleneksel sendikacılık”a yönelttikleri eleştirilerden biri de “tabanın söz ve karar hakkının çiğnenmesi, sınıfa yabancılaşması” olanlar için durumun izahı daha güç. Herşeye rağmen onlar payına durumu kurtarmanın bir tek yolu olabilirdi. Çelebi’yle birlikte aynı listede yönetime talip olmalarının gerekçelerini doyurucu bir şekilde genel kurul delegelerine izah etmek, bunu Çelebi’nin başkanlığındaki eski yönetimin ve DİSK’in 1992’den bu yana benimsediği “çağdaş sendikacılık#148; çizgisinin cepheden bir eleştirisiyle birleştirmek. Geçmiş pratiği aklamak değil mahkum etmek.

Fakat bilindiği gibi böyle olmadı. Eleştiriler kıyısından köşesinden, o da olabildiği kadar diplomatik bir dille yapıldı. Yönetime talip olan “sınıf sendikacılığı” savunucularının hiçbiri “çağdaş sendikacılık”ı, DİSK’in AB konusundaki sermaye kuyrukçusu politikalarını eleştiri konusu yapmadı, 4 yıldır yaşanan saldırılar karşısında eski yönetimden hesap sormaya yeltenmedi. Herkesin sorumlu olduğu kötü bir geçmiş tablosu çizilerek konfederasyon yönetiminin esas sorumluluğu gizlendi, bunun yerine bol bol gelecekten söz edildi. Sonuç olarak bunu yapanlar bir biçimde DİSK’e yıllardır hakim olan çizgiyi aklamış, ona yedeklenmiş ve kan taşımış oldular. Hatta yeni yönetime girenler içinde delegelerden en az oy alanın Süleyman Çelebi olduğunu göz önüne alırsak, bir kuyudan çekip çıkarma durumunan bile söz edebiliriz.

Yönetime seçilen başkanların sendikalarından gelen delegeler için de benzer bir durum sözkonusu oldu. Kendi sendikalarının genel kurullarında eski yönetimlere en sert eleştirileri yönelten, böylece yönetim yapısının değişmesinde rol sahibi olan delegeler, henüz yeni seçtikleri ve güven duydukları sendika yönetimleri üzerinden genel kurul hesaplarına ve Çelebi’nin ünlü listesine eklemlendiler. Delegelerden gelebilecek samimi eleştiriler de esas olarak bu sayede engellendi. “Dipten gelen dalga”nın sınırları da bu noktada bir kez daha görüldü.

TKP “nasıl bir DİSK” istiyor?

Bu konuda konuşup da sınıfa dönük politikalarının tutarlılığı ve çapı gene bu gelişmeler sayesinde ortaya çıkan TKP’den söz etmemek olmaz. TKP genel kuruldan aylar önce “İşçi Konseyi”ni toplayarak DİSK Genel Kuruluna dönük bir hazırlık içine girdi. Ve “nasıl bir DİSK” istediğine dair ayrıntılı bir metin ortaya çıkardı. Bu arada gerek sendika genel kurullarında, gerekse yayınları üzerinden konfederasyon yönetimini ve DİSK’e hakim çağdaş sendikacılık çizgisini eleştirdi, buna karşılık “sınıf sendikacılığı”nı savundu.

Fakat DİSK Genel Kurulu yaklaştıkça TKP’liler ufak ufak ağız değiştirmeye başladılar. Bizim daha önce genellikle EMEP’lilerin pratiğinden aşina olduğumuz o bürokratik reformist hastalık; pazarlıklarla, ilkesiz ittifaklarla yönetime gelme, bu sayede sınıf partisi olacağını zannetme yanılsaması TKP’lilerde de ortaya çıktı. Tam da genel kurulun yapıldığı hafta, TKP’nin “Komünist”inde “DİSK’e sınıf sendikacılığı yakışır” başlıklı bir yazı çıktı. Muhtemelen bir “diplomat” yazarın elinden çıkmış olan metinde aynen şunlar söyleniyor.

“Birleşik Metal İş, Limter-İş, Genel-İş, Basın-İş gibi ilerici ve devrimci sendikaların varlığı DİSK içerisinde umutların tükenmediğine, DİSK’in devrimci dinamiklere gebe olduğuna ve işçi sınıfının siyaseti sindirebildiğine işaret ediyor. Bu çizginin de inisiyatifi ile, DİSK yeterli olmasa da kayda değer ilerici adımlar atabildi. Ancak bu sendikalar henüz DİSK’in yönetimine talip olan eski anlayışa Genel Kurul’da somut bir alternatif oluşturacak güce sahip değil. Buna karşın sendika bürokrasisi hiç de huzurlu değil. Çeşitli çıkar odakları arasındaki rekabet kızışıyor. Bu süreçte Genel Kurul’a tek bir liste ile girilmesini ve dar çekişmeler ile değil, mutabakat ve verimli tartışmalarla anılacak bir Kurul süreci yaşanmasını sağlamak sosyalist ve ilerici sendikacılar için acil bir görev olarak ortaya çıkıyor.”

Doğrusu söylenecek söz kalmıyor. “Çağdaş sendikacılar” ile sözde “sınıf sendikacıları” arasındaki ilkesiz pazarlıkları “dar çekişmeler”in panzehiri, “mutabakat ve verimli tartışmalar”ın çözümü olarak sunmakta sergilenen bu diplomatik kıvraklık herhalde bu işlerin ustası EMEP’lilere bile parmak ısırtmıştır. TKP’ye yakın delegeler ve bizzat TKP genel başkanı, bu politikanın bir gereği olarak, genel kurulda eski yönetim ve temsil ettiği sendikacılık çizgisi üzerine kayda değer somut tek kelime etmediler.

DİSK’in diğer konfederasyonlardan farkı ne?

Genel kurulda konuşan delegelerden pek çoğu ve yeni yönetime talip olanların istisnasız hepsi, DİSK’in diğer konfederasyonlardan yani Türk-İş ve Hak-İş’ten farklı olduğunu, bu farkın her alanda ortaya konulması gerektiğini, hükümetin arka ve yan bahçesi konumundaki bu konfederasyonlarla birlikte iş yapma zemininin kalmadığını değişik şekillerde ifade ettiler. Hatta sermayenin saldırılarının başarıya ulaşmasını bu konfederasyonların işbirlikçi tutumlarına bağlayanlar oldu.

Türk-İş’in ve Hak-İş’in düzenle, hükümetle ilişkileri malum. Ama DİSK’in özellikle son yıllarda onlardan bir farkı kalmadığını en sıradan işçiler bile görüyor ve söylüyor. Kölelik yasası için hazırlanan protokollerde Türk-İş’in imzası varsa DİSK’in de var. Sermaye örgütleriyle yapılan toplantılara Türk-İş katılıyorsa, DİSK de katılıyor. Türk-İş’in imzaladığı sözleşmeler satış sözleşmeleriyse DİSK’inkiler de öyle. Konfederasyonların benzerlikleri o kadar çok ki saymakla bitmez.

Zaten genel kurulda da konuşmacıların ağırlıklı bir kısmı, DİSK’in farklı olduğunu değil, farklı olması gerektiğini söylediler. DİSK’in olumlu farklı özelliklerinden ziyade, Türk-İş ve Hak-İş’in olumsuz özelliklerini vurgulamayı tercih ettiler. DİSK’in olumluluğu adına söylenenler de esas olarak geçmiş dönemin mücadeleci mirasının, güncel planda da 1 Mayıs tutumunun sahiplenilmesiyle sınırlı kaldı.

Eski yönetim adına konuşanlar DİSK’in farklılığı konusunu bilinçli bir şekilde abarttılar. Çünkü bu onlar için hem daha solda, daha devrimci bir DİSK görüntüsü vermek ve iç muhalefeti yumuşatmak için gerekliydi, hem de geçmiş dönemlerin faturasını başkalarına kesmek için.

Genel kurulun sonuçları ve DİSK’in geleceği

Genel kurul sınıf hareketi ve DİSK adına bir kayıp, bir geri adım değil. Fakat ileriye dönük anlamlı bir adım olmadığı da muhakkak. Başta da söylediğimiz gibi, beklentileri karşılayamadığı ölçüde sonuçsuz bir genel kurul.

Yeni dönemde DİSK’in mücadeleci bir çizgiye girmesi ve sınıf hareketinin ileriye taşınmasında önemli roller üstlenmesi, yeni yönetimde kimlerin olduğundan ziyade, tabanda var olduğu görülen dinamizmin gelişmesine, bilinçli ve örgütlü bir ifade kazanmasına bağlıdır. DİSK delegesi genel kurulda emperyalizme ve sermayeye karşı mücadeleye açık olduğunu bir kez daha göstermiştir. Bazı hesaplara dayandığı ifade edilse de, bir tarz olarak Türk-İş çizgisinin mahkum edilmesi ve devrimci politikaya yakınlaşmanın DİSK içerisinde daha açıktan kabul görmesi burada ayrıca önem taşımaktadır. Sınıf hareketinin ve sendikal hareketin mevcut toplam tablosuyla birlikte düşünüldüğünde DİSK Genel Kurulunu bir kazanım, daha ileri adımlar için önemli bir imkan olarak değerlendirmek mümkündür. Fakat bu kazanımın kaıcılaşması ve bir anlam ifade etmesi, dediğimiz gibi taban dinamizminin geliştirilip bilinçli, örgütlü bir ifadeye kavuşturulmasına bağlıdır. Bu noktada da sınıf devrimcilerine önemli sorumluluklar düşmektedir.

Öte yandan son yıllara damgasını vurmuş uzlaşmacı geleneğin temsilcileri son genel kurulda yeniden yönetime seçilmişler, üstelik bu kez tabandaki tepkinin sendika yönetimlerine taşıdığı nispeten ilerici birikimi de kendilerine yedekleme konusunda önemli bir başarı sağlamışlardır.

Oysa ki DİSK’in gerçekten yenilenebilmesi, sınıf hareketinin ihtiyaçlarına yanıtlar üretecek bir konuma gelmesi, kendi geçmişiyle sert bir şekilde hesaplaşmasına, uzlaşmacı gelenekten köklü bir şekilde kopuş yaşamasına bağlıdır. Bu da tabandaki tepkinin diri tutulmasına, yaygınlaşmasına, devrimci bir program etrafında örgütlü bir düzey kazanmasına bağlıdır. Bu ise ancak DİSK tabanına dönük devrimci siyasal faaliyet ve siyasal örgütlenmeyle mümkündür.



Yerine göre “devrimci”, yerine göre AB’ci!..

Bir sendika bürokratı: Süleyman Çelebi

Yeniden DİSK genel başkanı seçilen Süleyman Çelebi aynı zamanda DİSK Tekstil Sendikası’nın da genel başkanı. DİSK Tekstil’in genel kurulu da bundan 6 ay kadar önce yapılmış, Süleyman Çelebi orada da bir kez daha genel başkanlığa seçilmişti. Başında Çelebi’nin bulunduğu DİSK Tekstil eski yönetiminin bu genel kurula sunduğu çalışma raporunu inceleyenler, bunu DİSK Genel Kurulu’nda Çelebi’nin yaptığı konuşmadaki vurgularla karşılaştırdıklarında, çarpıcı değerlendirme ve fikir farklılıklarıyla karşılaşacaklardır.

Bir örnek verelim. Süleyman Çelebi, DİSK Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada “küreselleşmenin yarattığı olumsuzluklar karşısında giderek genişleyen muhalefet cephesinde işçi sınıfı yine ön saflarda yerini almaktadır” diyerek küreselleşme karşıtı hareketi övüyor. Aynı konuşmasının sonlarında da, “ülkemiz işçi hareketinin başarısı”nın “siyasete damgasını vurmasına” bağlı olduğunu söylüyor. Bir anlamda sınıfın siyasetle ilgilenmesi, siyaset yapması gerektiğini belirtmiş oluyor.

Bu alıntılar ise Süleyman Çelebi’nin 7 ay önce altına imza attığı DİSK Tekstil Çalışma Raporu’ndan: “Küreselleşme karşıtı örgütlenmelerin dünyada giderek yaygınlaşması ve bu örgütlenmelerin küresel sermaye temsilcilerine kök söktüren eylemler düzenlemeleri önemli bir gelişmedir. (...) Üstelik bu örgütlenmelerin hiçbir siyasi niteliğinin olmaması, salt insanların insanlığı kurtarma adına buluşması ve bu buluşmanın kendiliğinden bir küresel karşı harekete dönüşmesi, önümüzdeki dönemin demokratik mücadelesinin ipuçlarını veriyor. Bu da bizim yüreğimizi ferahlatan bir gelişmeye işaret ediyor.”

Özetle DİSK Genel Kurulu’nda işçi sınıfını siyasete damgasını vurmaya davet eden Çelebi, kendi sendikasının genel kuruluna sunduğu çalışma raporunda küreselleşmeye karşı mücadelenin “hiçbir siyasi niteliğinin olmaması”nın yüreklerini ferahlattığını yazıyor. Rapordaki siyasete bulaşmadan demokrasi mücadelesi verilmesi, insanlığın kurtarılması gibi deli saçması fikirler bir yana. Biz burada sadece Süleyman Çelebi’nin temsil ettiği çizginin ikiyüzlülüğüne işaret ediyoruz. Sendikal hareketteki savrulmanın sonuçlarından biri de yerine ve zamanına göre konuşmasını, nabza göre şerbet vermesini bilen, duruma göre çağdaş sendikacılığı veya olmadı sınıf sendikacılığını savunan, girdiği her kaba uyma yeteneği gösterebilen ilkesiz, omurgasız bir sendikacı tipinin ortaya çıkması oldu. Marietleri, Süleyman Çelebi’nin bu sendikacı tipinin önemli örneklerinden biri olduğunu gösteriyor.