19 Haziran'04
Sayı: 2004/24 (16)


  Kızıl Bayrak'tan
  Devletin sahte açılımları ve Kürt sorununun gerçek çözümü
  Düzen medyası yine görev başında...
  Devrimci tutsaklardan açıklama...
  Castleblair’de eylem ve sendikal ihanet!
  Castleblair işçilerinin açıklaması...
  DİSK 12. Genel Kurulu üzerine
  NATO Zirvesi ve sendikaların tutumu üzerine
  Gaziosmanpaşa’da NATO karşıtı eylem, etkinlik ve pratik çalışmalar...
  BDSP’nin Pendik NATO karşıtı çalışmalarından...
  NATO karşıtı eylem, etkinlik ve faaliyetten
  Mamak NATO Karşıtı İşçi-Emekçi İnisiyatifi’nin eylem ve etkinliklerinden…
  Petkim işçileri eylemde
  Kızıl Bayrak 10. yayın yılını geride bıraktı!
Devrimci sınıf çizgisi ve geleneğinin yayın kürsüsü
  Nice 10 yıllara!
  “Kızıl Bayrak emekle, bedellerle yükseliyor, yükselecek!”
  Liseli gençlik çalışmasının sorunları
  6. ay zamları için örgütlenelim, mücadele edelim!
  İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) toplantısı üzerine...
  ABD emperyalizmine uşak olanlar, siyonistleri desteklemeye mahkumdur
  Aznar’dan sonra “fino köpeği” Blair de seçimlerde hezimete uğradı...
  Emperyalizm özgürlük değil egemenlik ister!..
  Bültenlerden
  Bültenlerden
  1. Çiğli İşçi Kurultayı Sonuç Bildirgesi:
  Tüketirken tükenen kadınlar
  12 Haziran’da Frankfurt’ta yapılan Konferans’ın Sonuç Bildirgesi
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Düzen medyası yine görev başında...

Kürtler’e yol göstermek de
tehdit savurmak da medyaya düştü

Devlet kademelerinden pek yorum yapılmıyor ama, DEP’lilerin, tıpkı tutuklanmalarında olduğu gibi, apar-topar salıverilmelerine neden ihtiyaç duyulduğu devlet medyası üzerinden rahatlıkla izlenebiliyor. Daha doğru bir ifadeyle, tahliyenin gerekçelendirilmesi görevi medyaya yüklenmiş görünüyor.
Sadece köşe yazarlarından yapacağımız birkaç kısa alıntı bile gerekçeyi açıklamaya yeterli olacaktır. TRT’de sabahın köründe ve sadece yarım saat süren sözde anadilde yayına başlanmasıyla aynı günlere rastlatılan tahliyelerin gerekçesi, AB’ye, uyum yasaları ve uygulamaları konusundaki “samimiyet”in gösterilmesidir. Yani, tam bir şovdur. Bu komedi, medyanın üstlenmiş bulunduğu göreve rağmen, kimi köşe yazarlarınca da -üstelik oldukça sivri bir dille- eleştirilmektedir.

Örneğin Çölaşan, “AB’nin baskısıyla başlatılan Kürtçe’yi öteki dillerin arasına gizleyip perdeleme yapıyorlar. Böylece bir kez daha AB’nin teftiş malzemesi olmayı başardık! Bu komediyi sergi.erken hiç utanmıyoruz, sıkılmıyoruz.” derken, Mehmed Ali Birand da, “Bu adımları, Kürt sorununa çözüm için attığımızı bizler kabul etmezsek, Kürt kökenli vatandaşlarımıza nasıl kabul ettirebilirizı AB’den tarih alamadığımız taktirde DEP’lileri yine hapse mi atacağızı Anadilde yayınları durdurup, eski uygulamalara mı döneceğizı” sorularıyla dile getiriyor eleştirilerini.

Fakat tek başına gerekçe durumu açıklamıyor. AB’li gerekçeyle de olsa, madem ki salıverilmişlerdir, devlete minnet duymaları ve minnet borçlarını ödemeleri gerekmektedir!.. Üstelik fatura sadece özgürlüğü lütfen bahşedilmiş olan eski DEP’lilere de değil, Kürt camiasında politika yapan/yapmayan herkese kesiliyor. DEHAP yöneticileri, belediye başkanları, ortaya çıkıp iki laf eden herkes, DEP’lilerin tahliyesine ilişkin faturaya ortak olmaya çağrılıyor. Fatura devletin suyuna gitmektir. Atılan adımların, yapılan açılımların gönüllü propagandistliğine soyunmaktır. Düzen kalemlerinin konuyu ele alışları, sunuşları, hatta kullandıkları ifadeler bile nerdeyse birbirinin aynı gibidir.

“Zana ile arkadaşlarının bu yeni Türkiye’nin ulaştığı barış ve huzur ortamına katkıda bulunmalarını bekleyelim.” - Oktay Ekşi.

“Demokrasi ve çağdaş hukuk devleti yolunda büyük adımlar atan Türkiye’de, şimdi Zana ve arkadaşlar? ile DEHAP’lı politikacılara insani ve ahlaki bir ödev düşüyor: Teröre karşı çıkmak!" -Taha Akyol

“Şiddet, silah çıkmaz yoldur. Dün de öyleydi. Bugün de öyle... Leyla Zana ve arkadaşlarının Diyarbakır’a giderken bütün bu gerçekleri gözardı etmeyeceklerini umuyor ve diliyorum.” -Hasan Cemal

“Zana, Diyarbakır’da silahlı mücadele ile terörizm ve cinayetlerle arasına çizgi çeken, ayrılığı değil, birliği ve demokratik sistemde mücadeleyi savunan bir mesaj verirse, bu sempatinin devam ettiğine şahit olabilir.” -Murat Yetkin
Tahliyelerin ilk günlerinde kullanılan bu “yol gösterici” ifadelerin, Diyarbakır mitinginin ardından nasıl değiştiği, nasıl tehditkar bir hal aldığı ise biliniyor. Önce, “Hükümete de Kongra-Gel’e de eşit mesafedeyiz” diyen DEHAP Genel Başkanı Bakırhan’ı, ardından Zana ve arkadaşlarını hedef alan tehditler, ilk ifadelerde olduğu gibi “desteğin azalacağı” uyarısıyla da sınırlı değil. Yeniden yargılamadan yeni yargılamalara kadar uzanan bir çizgide seyrediyor tehditler. Artık, mitinglerde atılan sloganların, açılan pankartların faturası da DEP’lilere çıkarılmaya çalışılıyor. En çirkini ise, 10 yıllık hapsin akıllarını başlarına getirmediği yorumlarıyla bir arada yöneltilen tehditler. Tahliyenin ilk günü, hükümetin adımını/yargının kararını desteklemek uğruna, “zaten haksız ve hukuksuz bir cezaydı” ifadelerini kulanmakta bir mahzur görmeyenler, iki gün içinde kendi ifadelerini unutup, yeni suçlar icat etme yoluna gidebildiler.

Medyanın ilk günlerdeki yayını nasıl devletin beklentilerini yansıtıyorsa, mitingler sonrasındaki hezeyanı da yine devletin öfkesini yansıtıyor. Görev “devlet görevi” olduğuna göre, bu tutum son derece anlaşılırdır.



DEP’liler “özgür”, ya Kürt halkı!

‘94 yılından bu yana tutuklu olan 4 eski DEP’li milletvekili 9 Haziran günü Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin kararıyla tahliye edildiler. ‘91 seçimlerinde SHP çatısı altında meclise giren DEP’liler, Kürtçe yemin etmek istemeleriyle başlayan oldukça hareketli bir sürecin ardından meclis kapısında yaka-paça gözaltına alınmış, ardından da tutuklanmışlardı. Bu süre içinde birkaç kez yeniden yargılandılar, ama sonuç değişmedi. Devletin Kürt ulusal hareketine karşı yürüttüğü acımasız saldırıların bir parçası olarak burjuva yasalar bile çiğnenerek cezaevinde tutuldular. Şimdi ise 10 yıl 3 aylık bir tutukluluk süresinin ardından tahliye edildiler.

DEP’lilerin tahliye edildiği gün TRT de “azınlık” dillerde yayın yapmaya başladı. Uzun zamandır tartışılan, ancak bir türlü somut adım atılamayan Kürtçe yayın 9 Haziran günü başladı.

Peki ne oldu da, bir yandan DEP’liler tahliye edilirken, diğer yandan da Kürtçe yayın sınırlı da olsa başlatıldı. Yoksa gerçekten Türkiye’ye demokrasi mi geliyorduı Son gelişmelere kaba bir bakış bile bu gelişmelerin içyüzünü ortaya sermeye yeter.

Avrupalı emperyalistlerin ABD’nin “Truva atı” olan Türkiye’yi AB’ye almamak için bugüne kadar kullandıkları en önemli gerekçelerden biri demokratik olmayan uygulamalardı. Bu konudaki en önemli gerekçeleri ise tutuklu DEP’lilerdi. Bu neredeyse her platformda sermaye devletinin karşısına çıkarılıyordu. Leyla Zana’ya ödüller veriliyor ve özgürlüğüne kavuşması için sürekli baskı uygulanıyordu. Kürtçe yayın da AB yolunda atılması gerek adımlardan biriydi.

Ama bu istekler sermaye devletinin Kürt halkına karşı yürüttüğü acımasız terör duvarına çarpıp geri dönüyordu. Ancak son yıllarda yaşanan gelişmeler ve Kürt ulusal hareketinin teslimiyeti derinleştirmesi, devlete bu konuda bir takım göstermelik adımlar atabilmesi için manevra alanı sağladı.

Gerek hükümet sözcüleri ve düzen bekçileri gerekse de sermaye medyasındaki satılık kalemşörler, bir yandan atılan bu adımların demokrasi için taşıdığı öneminden bahsederek mevcut düzeni kutsarken, diğer yandan da tehditler savurmayı ihmal etmiyorlar. Bunun kesinlikle bir geri adım olmadığını, devletin terör karşısında esnemeyeceğini ve bugüne kadar sürdürdüğü kararlı mücadeleye devam edeceğini söylüyorlar.

Aslında Kürt ulusal hareketinin düzene eklemlenme çabaları içinde olduğu bir dönemde, bu adımların atılması düzen açısından herhangi bir sorun yaratmıyor. En nihayetinde, bu kırıntı bile denemeyecek adımlar devleti rahatlatma işlevi görüyor.

Medyadan bilinçlere yeni bir saldırı dalgası

Bugüne kadar Kürt halkının mücadelesini bastırmak için tüm güçleriyle sisteme hizmet eden, meşru talepleri görmezden gelen ve bunun için katliamları meşrulaştırıp alkışlayan medyanın kalemşörleri şimdi utanmadan sevinç çığlıkları atıyorlar. Ama onlar ne yaptıklarını gayet iyi biliyorlar. Yaşanan gelişmeleri düzen cephesinden bir saldırıya dönüştürme konusunda tüm güçlerini kullanıyorlar. İşçi-emekçilere ve bugüne dek sayısız bedel ödeyen Kürt halkına, mücadele etmenin ne kadar yersiz ve sonuçsuz olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar. Bakın diyorlar; “PKK onca sene savaştı ama olmadı, şimdiyse devletimiz demokratikleşiyor ve bu hakları kendisi veriyor.”

Onlara göre artık mücadele etmenin bir gereği yoktur, daha doğrusu mücadeleyle kazanılabilecek bir şey yoktur. Bu, “evrensel” değerlerin zaman ve uygun koşullar içinde sindirilmesiyle mümkün olabilir. Bunun için mücadele etmek değil el açıp hak dilenmek yeterlidir.

Kürt halkı bugüne dek ne kazandıysa bunu can bedeli mücadelesine borçludur. Düne kadar Kürtler’i “dağlı Türkler” olarak tanımlayanlar daha sonra “Kürt realitesini tanımak” gerektiğinden sözetmeye başladıysalar, bu süreçte Kürt halkı nispi bir “özgürleşme” süreci yaşayabildiyse, bu tümüyle devrimci bir çizgide süren Kürt özgürlük mücadelesinin bir ürünü olmuştur. Bunun dışında devletin icazetine sığınarak hiçbir şey kazanılmamıştır. Bundan sonra da hak ve özgürlükler kazanmanın yolu zorlu mücadelelerden geçmektedir.