Burjuva siyaset sahnesindeki kokuşmanın yanısıra din istismarı ile oy toplayarak hükümeti kuran AKP, siyonistlerin yaptığı katliamlar karşısında bir ikilem içinde görünüyor. Hem T. Erdoğanla yakın ilişki içinde olan ve onu başbakanlığa hazırlayan Yahudi lobisinin Türkiyedeki bazıları TÜSİAD üyesi- temsilcilerini, hem de islamcı kesimleri aynı anda memnun etme çabasında. Birinciler, siyonist vahşetin savunucusu ve finansörleri. İkinciler ise, dini duygularla da olsa Filistin halkının katledilmesine tepkili. Tabi bunlara İslam Konferansına verilmek istenen mesajları da eklemek gerek.
İsrail ordusunun Gazze Şeridindeki Refah mülteci kampında gerçekleştirdiği yıkım ve katliamın ardından Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül başta olmak üzere birçok AKPli tarafından siyonistleri eleştiren açıklamalar yapıldı. Hatta Erdoğan bir ara devlet teröründen söz etti, İsrailin devlet terörü uyguladığını söyledi. Bu sözleri allayıp-pullayan hükümet yalakası islamcı basın, Erdoğanı kahraman gibi göstermeye başladı. Bu gazetelere bakan sanır ki, -siyonist lobi yetiştirmesi- Erdoğan siyonizme bayrak açmış. Dışişleri Bakanı A. Gül ile Meclis Başkanı B. Arınç da benzer ifadeler kullanınca, kimi çevreler Türkiye-İsrail ilişkilerinin gerginleştiğini, artık eskisi gibi devam edemeyeceğini iddia ettiler.
Sermaye iktidarının başbakanının, İsraile yönelik şiddetli eleştirilerde bulunmasının bir nedeni İslamcı kesimleri yatıştırmaktır. Yanısıra, İstanbulda yapılan İslam Konferansı Örgütü Zirvesi öncesinde, müslüman ülkelere mesaj vermeye çalıştığı da yaygın bir kanı. Zira Türk sermaye devleti, İKÖ Genel Sekreterliği için yoğun bir kulis çalışması yapıyordu. Yani AKP hükümeti, bir yerlere mesaj vermek zorunda olmasaydı, siyonist vahşeti eleştirme ihtiyacı duymayacaktı. Yapılan açıklamalara rağmen Türkiye-İsrail ilişkileri aksamadan devam ediyor. Hatta aynı günlerde Ankaraya gelen İsrailli bir bakanla ticari alanda yeni anlaşmalara imza atıldı.
İslamcı kesimlere yaranmak amacıyla İsraile yapılan eleştiriler göstermelik olduğu halde, bu tutum Şaron ve diğer kasaplar tarafından tepkiyle karşılandı. Bunun üzerine Erdoğan ve çevresindeki gerici takımı da peşpeşe açıklamalar yaparak, İsraille olan stratejik ilişkilerin etkilenmeyeceğine dair güvenceler verdiler. Kimi yerde ölçüyü kaçıran ılımlı islamcı lider Erdoğan, işi sonunda Filistin yönetimini suçlayacak düzeye vardırdı.
Başbakan Erdoğanın ABDde siyonist lobiyle görüştükten sonra basına verdiği demeçler ve Abdullah Gülün açıklamaları, İsrail karşıtı nutukların pek bir kıymeti harbiyesi olmadığını gösterdi.
Örneğin bir gazetecinin İsrail ile ilişkileri görüştünüz mü? sorusu üzerine Erdoğan, Hayır. Bizim orada bir problemimiz yok. İlişkilerimiz devam ediyor yanıtını verdi. Başka bir soruya ise, İsraile yönelik bir eleştirim yok. Benim eleştirim yönetime yönelikti. Bizim İsrail ile ilişkilerimiz ekonomik, siyasi, ticari, -askeri alandaki stratejik ilişkileri eklemek gerek- alanlarda devam ediyor. Bundan sonra da devam edecek. Ama şu anda yönetimin özellikle, dünyadaki Musevilere yönelik olumsuz tavırları olduğunu görüyorum ve bu yanlış politikalar, antisemitizmi dünyada güçlendiriyor dedi.
Demek ki Erdoğanın Şaron yönetimine yönelik eleştirisi yalnızca Filistin halkına yaptığı kıyımlardan dolayı değil, aynı zamanda bu politikaların anti-semitizmin dünyada güçlenmesine neden olmasından dolayıdır. Böylece siyonizme karşı büyüyen öfke ve nefret de Türk başbakanının ağzından anti-semitizm olarak suçlanmış oluyor. Erdoğan, Ben Barakın başlatmış olduğu barış sürecine katılıyorum. Ancak sayın Barakın başlattığı süreç devam etmedi. Sayın Arafat büyük bir fırsatı tepmiştir. Eğer o zaman oturulan masadan kalkılmasaydı isabetli olurdu... gibi ifadeler de kullandı. Bu sözler, AKP ve ılımlı islamcıların siyonist işgale verdikleri desteğin açık bir itirafı sayılmalıdır. Siyonistlerin Şaron öncesinde dayattığı bir başka kölelik antlaşmasına verilen bu desteğin baka bir anlamı yoktur. Arafatı bu dayatmayı reddettiği için büyük bir fırsatı tepmekle suçlamak ise Clinton yönetiminin diliyle konuşmaktır, zira onlar da zamanında aynı şeyi söylemişlerdi.
Dışişleri Bakanı A. Gül de, siyonistleri rahatlatacak mesajlar verdi. Türkiyenin İsrail Büyükelçisi Feridun Sinirlioğlu ve Kudüs Başkonsolosu Hüseyin Avni Bıçaklı bir süre önce Ankaraya çağrılmıştı. Bölgeye dair yapılan görüşmelerden sonra diplomatlar İsraile döndü. Dışişleri yetkilileri, bunun İsraile bir tepki amacı taşımadığını, rutin bir iç çalışma olduğunu ifade etmişlerdi. Nitekim Refahta gerçekleşen vahşi kıyıma rağmen Türkiye, yaptırım bir yana, İsraili kınayan bir mektup bile göndermedi. Bu arada İsrailli diplomatlar da, Türk diplomatların geri çekilmesinin, Türkiyenin İslam Konferansı Örgütünün (İKÖ) Genel Sekreterliği istemesiyle ilintili olduğunu açıkladılar.
Görüldüğü üzere, öncelleri gibi AKP hükümetinin de siyonistlerle ciddi bir sorunu yok. Tam tersine, çok yönlü ilişkiler tüm hızıyla devam ediyor. Yapılan sözde sert eleştiriler ise, daha çok AKPnin kendi tabanını oyalama ve İKÖ toplantısı için İstanbula gelen müslüman ülke dışişleri bakanlarına mesaj vermeye yöneliktir.
Bu tutum elbette şaşırtıcı değildir. Zira AKP, İMF ile TÜSİADın emirleri doğrultusunda çalışan gerici bir burjuva partisidir. Her koşulda bu misyona uygun davranmakla yükümlüdür. Demek ki, emperyalistler ile yerli işbirlikçilerine hizmet edenler, direnen halklara değil, işgalci cellatlara destek vermekle yükümlüdür. Bu yönüyle AKP de belki lafta değil ama pratikte tam olarak siyonistlere hizmet ediyor.