Türkiye emperyalizm tarafından tam bir ablukaya alınmış durumda. İMF ve Dünya Bankası ekonomisini, ABD ve AB politikasını, Pentagon ve NATO savunmasını belirleyip yönlendiriyor.
İMF ve Dünya Bankasının ekonomiye ilişkin son uyarıları yine ücretler üzerinde yoğunlaşmaktaydı. Asgari ücret, bir kez daha, bu emperyalist odakların direktifleri doğrultusunda, sefalet ücreti olarak belirlendi. Ama onlar işçileri üç kuruşa talim ettirmekle yetinmiyor, emeklilerin ücretlerinden de kesintiye gidilmesini dayatıyorlar. Emekli maaşlarının vergilendirilerek düşürülmesini istiyor; mezarda emeklilik yasasıyla yetinmiyor, emeklilik yaşının daha da yükseltilmesi için uğraşıyorlar.
İşbaşındaki hükümetin başı Beyaz Sarayın icazetiyle bu göreve gelebildi. Beyaz Sarayın neden Erdoğanı tercih ettiği artık biliniyor. Ortadoğudaki hesapları çerçevesinde Türkiyede dinci kimlikli bir hükümet ihtiyacı duyuyorlardı. Fakat bu, ABDnin diliyle ılımlı bir İslam olmalıydı. Bu nedenle Tayyip ve partisi epeyce bir terbiye edildikten sonra hükümete getirildi. Şimdilerde BOP kapsamında saldırı hedefi haline getirilmiş bulunan Arap ülkelerine örnek gösteriliyor. Aslında Türkiye örneğiyle verilen mesajın İslam ya da ılımlı olmasıyla pek alakası yok. Asıl mesaj, Amerikanın suyunda gitmenin yararları üzerinedir. Bu ülkelere, direktiflerine aynen uyulduğu takdirde Amerikadan bir zarar gelmeyeceği anlatılmaya çalışılıyor.
Yol haritası çoktan Pentagonda çizilmiş olmasına rağmen, NATO Zirvesinde de Türk ordusuna bir harekat emri çıkarılacağı artık biliniyor. ABD ve Avrupalı emperyalistler uzlaşabilirlerse eğer, Türk ordusu, emperyalizmin yeni paylaşım savaşının piyonu yapılacak. İMF ve Dünya Bankasının direktifleriyle sefalete sürüklenen işçi ve emekçilerin çocukları, Pentagon ve NATOnun direktifleriyle emperyalist haçlı seferlerinde ölüme sürülecek.
Türkiyede kapitalist sınıfın Iraka asker gönderme konusunda ne kadar istekli olduğu görüldü. Bir dilim kapma hevesiyle, Irak pastasının hamurunu Türkiyeli gençlerin kanıyla yoğurmaktan kaçınmayacaklarını hiç utanıp sıkılmadan ortaya koydular. Türkiye Iraka bugüne dek asker göndermediyse eğer, bu, işi uluslararası hukuk kitabına uyduramadıkları için oldu. NATO Zirvesinde işin bu kısmını da halletmeyi umuyorlar. Emperyalizmin uluslararası hukuku NATO oluyor. Devlet ve hükümet yetkililerinin sık sık tekrarladığı gibi, NATO şemsiyesi altında olursa eğer, Türk ordusu dünyanın her yanında emperyalizme piyonluk yapmaya hazır durumda.
Görüldüğü gibi, Türk devletinin emperyalizmle ilişkilerinin yükü, ister ekonomik, ister siyasi, isterse askeri olsun, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin sırtına yüklenmektedir. Uygulanan İMF programlarından kapitalist sınıfın hiçbir şikayeti yoktur örneğin. Çünkü sözkonusu programlar, işçi ve emekçi sınıfları sistemli biçimde yoksullaştırırken, kapitalist sınıfı semirtmektedir. Kapitalist sınıf hangi partinin hükümet olacağına Beyaz Sarayın karar vermesinden de rahatsızlık duymuyor. Çünkü sonuçta kendi direktiflerinden de çıkmayacak bir hükümet kuruluyor. Türkiyeli kapitalistlerin çıkarı ABDli emperyalistlerin çıkarlarıyla çelişmiyor, tamı tamına örtüşüyor. Aynı şekilde, Türk burjuvazisi Türk ordusunun emperyalizme piyonluk yapmasından da rahatsız olmuyor. Onlar da Ameriklı efendileri gibi, Mehmetçiğin kanının en iyi ihraç ürünü olduğunu düşünüyorlar. Iraka asker gönderirsek, emperyalizmin yerle bir ettiği bu ülkede iki-üç taşeronluk kaparız diye el oğuşturuyorlar.
Türkiyenin emperyalizmle ilişkileri, kapitalist sınıf ve devlet açısından ortaklık, işçi sınıfı ve emekçi kitleler açısından ise kölelik ilişkisidir. Bu ilişki düzen cephesindekilere kâr getirirken, işçi ve emekçilere açlık, yoksulluk, sefalet ve ölüm getirmektedir. Geri bir ülkenin emperyalizmle kurduğu yakın ilişkiler, o ülkedeki işçi sınıfının kölelik zincirlerini katlamakta, emekçi kitlelerini yoksullaştırmaktadır. Bu nedenlerle, emperyalizme bağımlı her ülkede işçi sınıfı, bu modern kölelikten kurtuluş mücadelesinde, içerdeki sahipleriyle birlikte, onların emperyalist ortak ve efendilerini de hedeflemek durumundadır.
Zaten başka bir tercih imkanı da bulunmuyor. Örneğin bugün Türkiye işçi sınıfı insanca yaşamaya yetecek bir asgari ücret için mücadele edecekse eğer, bugünkü sefalet ücretini dayatan herkesi; TİSK, TÜSİAD gibi patron örgütlerini, patronların devletini, İMF ve Dünya Bankasını, hatta bunların denetimindeki sendika ağalarını karşısında bulacaktır. Böylesine örgütlü bir şer ittifakına karşı mücadele vermenin kolay olmadığı açık. Ne var ki, mücadele verilmediği sürece durumun günden güne daha da kötüye gideceği, katlanarak büyüyen yoksulluk ve sefalete dayanmanın bu zorlu mücadeleden daha kolay olmadığı da yeterince açık. Boyun eğme tutumu sefaletten de ağır bir köleliği getirecek, mücadele etmek ise onurlu bir sınıf tavrının göstergesi olacaktır
İşçi sınıfı ve emekçi kitlelere dayatılanın, sadece yoksulluk ve sefaletle pekiştirilen iktisadi kölelik olmadığını, emperyalizmin vesayeti altına girmiş bir ülkedeki işçi sınıfının siyasal ve askeri açılardan da köleleştirilmeye çalışıldığını belirtmiştik. Askeri açıdan kölelik, işçi sınıfının genç neslini emperyalizmin askerleri yapmak, emperyalist çıkarlar uğruna cepheye, ölüme sürmek anlamına geliyor. Türkiye işçi sınıfını ve emekçi kitlelerini, önümüzdeki gün ve aylarda bekleyen tam da budur. Türkiyenin egemen sınıfı ve devleti bu konuda emperyalistlerle çoktan anlaşmış bulunmaktadır. Bu anlaşmalar NATO Zirvesinde karara dönüştürülecektir. Türkiye işçi sınıfı, emperyalizmin askeri olmayacağız! şiarıyla mücadele eden gençliğine sahip çıkmak, ön¨ne geçip bu mücadeleye yol göstermek durumundadır.
İşçi sınıfının görevlerine yönelik her hatırlatma, açık ki, herşeyden önce sınıf devrimcilerinin görevlerine işaret ediyor. İşçi sınıfının söz konusu görevleri üstlenebilmesi ve zaferle sonuçlandırabilmesinin olmazsa olmaz koşulu olan örgütlülük, sınıf devrimcilerinin görev ve faaliyetinin merkezini oluşturuyor. Türkiye gençliğinin emperyalizmin askeri olmaması, salt gençliğin mücadelesiyle sağlanamaz. Bunun için genel toplumsal mücadeleyle desteklenen güçlü bir devrimci gençlik mücadelesi, bunlardan bağımsız düşünülemeyecek siyasal bir sınıf hareketinin önderliği gerekmektedir. Sınıf devrimcilerinin katkısı, siyasal sınıf hareketinin gelişmesi yönünde olabilir. İşçi sınıfının bilinçlendirilmesi ve örgütlenmesi faaliyetinin yoğunlaştırılması, büyütülesi, güçlendirilmesi demektir bu. Siyasal bir sınıf hareketinin geliştirilmesine odaklanmayan her türden genel propaganda faaliyeti sonuçsuz kalmaya mahkumdur. Genel propaganda, ancak sınıf hareketinin yol göstericiliği koşullarında, toplumun diğer emekçi katmanlarını bu mücadeleye eklemlemede etkili olabilecektir. NATO Zirvesine karşı düzenlenen eylemlerdeki kitlesellik sorunu da, sınıfın sokağa çıkmadığı koşllarda emekçi kitlelerin de çıkamadığını göstermektedir.
Sonuç olarak, emperyalizme karşı mücadele görevleri, sınıf hareketinin yükseltilmesi görevine dolaysız biçimde bağlı bulunmaktadır.