Birleşik Metal-İş Sendikası Temsilciler Kurulu Toplantısı geçtiğimiz hafta içerisinde gerçekleşti. Örgütlenmenin önündeki genel sorunların tartışıldığı toplantıda, 2821 ve 2822 sayılı yasalarda yapılmak istenen değişikliklerin ve bunun getireceği sonuçların yanısıra, NATO karşıtı mücadelenin önemine ve DİSKin almış olduğu kararlara değinildi. Çolakoğlunda yaşanan gelişmeler karşısında eleştiriler yöneltildi. Temsilciler bu dönem TİSlere iyi hazırlanılması gerektiğini dile getirdiler. DİSKin asgari ücretin belirlenmesinde daha etkili olmasını isteyen temsilciler, mevcut koşullara rağmen örgütlenme noktasında başarılı olunması gerektiğine de dikkat çektiler.
Temsilcilerin dile getirdiği sorunlar ve talepler, varlık-yokluk sorunu yaşayan sendikalara duyulan tepkinin doğal sonuçlarıdır. Zira bugün, her ne kadar DİSKe bağlı sendikalar arasında Birleşik Metal-İş en ileri sendika olsa dahi, onun durumu da temelde diğer sendikalardan pek farklı değil. Son yıllarda yaşanan üye kayıpları, sendikanın kimi fabrikalarda yetki kaybetmesi, TİSlerde yaşanan olumsuz sonuçlar vb. başta temsilciler olmak üzere sendikaya üye işçiler arasında büyük bir tepkiye ve güvensizliğe neden olmaktadır. Yeni yönetim, Birleşik Metal-İşin son genel kurulunda tabandaki tepkiyi arkasına alan bir takım ileri söylemlerle yönetime geldi.
Yeni yönetimin bu söylemlere ne kadar sahip çıkacağını süreç gösterecek. Ancak ilk veriler bunun fazla uzun sürmeyeceğini gösteriyor. Başkan Adnan Serdaroğlu delegelerin onayıyla yeni bir sendikal anlayışın şekillendiğini belirtse de, bu söylemlerin herşeyden önce pratikte gösterilmesi gerekiyor. Zira toplantıda temsilcilerden örgütlenme sorunlarına ve TİSlere ilişkin olarak gelen talepler, yeni yönetimin sahip olduğu anlayışın öncelikle bu iki alanda sınanacağını göstermektedir. Ayrıca önümüzdeki dönem metal iş kolunda kölelik yasasından sonraki ilk TİSler imzalanacak. TİS sözleşmelerinde, birçok hak kaybının yanısıra, yıllardır enflasyonun altında imzalanan ücret artışları neredeyse bir alışkanlık haline gelmiştir. Bu durum ise sendikal bilinci tahrip etmekte, işçilerde sendikalı olmakla olmamak arasındaki tüm ayrım notalarının silikleşmesine neden olmaktadır.
Yeni yönetim, bu olumsuz tabloya sendikalara hakim çağdaş sendikacılık anlayışının neden olduğunu belirtmiş, sınıf sendikacılığı anlayışını savunarak yönetime talip olmuştu. Bu açıdan da belli olumluluklar taşımaktaydı. Ancak bu söylemler hak alıcı bir mücadele programı oluşturulmadıkça sadece bazı gerçeklerin gizlenmesini sağlar. Tabii bunun da bir sınırı vardır. Örneğin sınıf sendikacılığını yeniden varetmek iddiası ile yola çıkanları, hainliği birçok kez ispatlanmış olan Süleyman Çelebilerle aynı yerde buluşturan nedenler neler olabilir diye sormak gerekir.
Sınıf sendikacılığı anlayışı, NATO karşıtı mücadelenin işçilerin üretimden gelen gücünü harekete geçirmekten uzak bir anlayışla yürütülmesi midir? Eski yönetimde somutlaşan çağdaş sendikacılık anlayışı, izlediği uzlaşmacı çizginin gerekçesini sınıfın verili durumu üzerinden açıklama yoluna gidiyordu. Yeni yönetimin tabana güvenmeyen ve sınıf sendikacılığı anlayışından uzak mücadele yöntemleri de aynı akıbeti paylaşmalarına neden olacaktır. Zira farklı kutuplarda gözükseler de, iki anlayışın buluştuğu temel önemde ortak payda, sınıf kitlelerine duyulan bürokratik güvensizliktir.
Tabandaki sınıf bilinçli işçilere ve işyeri temsilcilerine bu noktada önemli sorumluluklar düşmektedir. Sınıf sendikacılığı anlayışının hakkını veren ve gereklerini yerine getiren bir mücadele anlayışı ve programı oluşturması için Birleşik Metal yönetimini etkili biçimde zorlamalıdır. Bu sağlanılamadığı takdirde ne örgütlenme yönünde ciddi gelişmeler sağlanabilir, ne de önümüzdeki TİSlerde kazanım elde edilebilir.
Sermaye devletinin işçi ve emekçileri soymak için kullandığı araçlardan biri de fonlardır. Zorunlu Tasarruf Fonu, Konut Edindirme Fonu, İşsizlik Sigortası Fonu vb. bunlardan birkaçıdır. Bu fonlar oluşturulurken işçi ve emekçilerin yararına yapıldığı şeklinde açıklanır. Oysa bu fonlar hiçbir zaman açıklanan amaca hizmet etmemişlerdir ve etmezler de. Zira fonların amacı işçi ve emekçilerden yapılan kesintilerin devlet tarafından sermayeye kredi, teşvik, borç ödemesi vb. şeklinde aktarılmasıdır. Deprem felaketi ile onbinlerce insanını kaybetmiş bir ülkede toplanan yardım paralarını bile iç edecek düzeyde rezilleşen bir devletin fonlara ilişkin hesaplarının ne olduğu daha iyi anlaşılır.
Nitekim yıllardır işçi ve emekçilerden yapılan kesintilerle Zorunlu Tasarruf Fonunda bir hayli para birikmiş ve bu paralar da sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda kullanılmıştır. Emekçiler kesintileri geri alabilmek için çeşitli yollara başvurmuş, bu nedenle sermaye devleti bu parayı ödemeye razı olmuştur. Ancak hem ödediği miktarın gülünçlüğü, hem de zorunlu tasarrufların yerine getirdiği işsizlik fonu ile neden razı olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Sermaye devleti yaptığı bu manevra sonucunda hem nema yükünden kendini kurtarmayı, hem teşhir olan kirli yüzünü bir nebze olsun temize çıkarmayı, hem de yeni bir fonla kesintilere devam etmeyi planlıyordu.
Bunun böyle olduğunu Haziran 2000de başlanan işsizlik fonu kanıtlamaktadır. Öyle ki Nisan 2004 itibariyle fonda biriken paranın 10 katrilyon 346 trilyon olduğu açıklanmaktadır. Bu fondan işsizlere Mart 2002de ödeme yapılmaya başlanmıştır. Ancak bu tarihten Nisan 2004e kadar yapılan ödemelerin toplamı 232 trilyondur. Yani fonda 10 katrilyon gibi ufak bir meblağ kullanıma açık olarak bekletilmektedir. Peki bu meblağın fonda bekletildiğine kim inanır? Ya da bu meblağ kimin kullanımına açıktır? Deveye hendek atlatmak işsizlik fonundan yararlanmaktan daha kolaydır. Çünkü fondan yararlanmak için binbir tür belge istenmekte, koşullar dayatılmaktadır.
Resmi rakamlara göre 4.5 milyon olduğu iddia edilen işsizlerin sadece yüzde 1.3ünün işsizlik sigortasından yararlandığı belirtilmektedir. Ve iki yıldır ödenen miktar fonda biriken paraya oranla yüzde 2.2lik bir orana tekabül etmektedir. Bu da fonda biriken paranın ne kadarının amacı doğrultusunda kullanıldığını göstermektedir.
İşsizlik fonunun yüzde 97.2si devletin iç borçlanma kağıtlarına bağlı durumdadır. Böylece hükümet bütçe ve kamu açıklarını kapatmanın faturasını yine işçi ve emekçilerin sırtına yüklemiş oluyor. Öte yandan ise, bütçeye ağır faturalar yüklediği belirtilen batık banka sahiplerini ve sorumlularını da kapsayacak bir af düzenlemesini meclisten geçirmenin hazırlıklarını yapıyor.
İşçi ve emekçilerin sömürüsü üzerinden yükselen bu düzen yıkılmadıkça, hiçbir sorun gerçek anlamda çözüme kavuşamayacaktır. Tek gerçek çözüm sosyalizmdedir.