Ekonomiyi rayına oturttuk, enflasyon canavarını dizginledik. Sanayi üretimimiz rekordan rekora koşuyor. Fakat birileri bu sevinci halkla paylaşmak istemiyor... Yukarıda sıraladığımız bu sözler Erdoğanın AKP grup toplantısında yaptığı konuşmadan. Kimdir Tayyipin tekerine çomak sokmak isteyen, bu sevinci halkla paylaşmak istemeyen diye durup düşündük? Patronlar olmadığına göre kim olabilir? Tayyipin yaptığı bu açıklama her tarafa çekilebilecek cinsten, fakat devam ediyoruz.
Erdoğan, siyaset anlayışlarının insan hayatını iyi hale getirirken, maliyeti azaltmak olduğunu söylüyor ve şöyle devam ediyor; Toplumun gerisindeki maliyetli uygulamalar siyasetçi eliyle yürürlüğe konuldu. Biz doğru soruyu sorup doğru cevap veren iktidarız.
Soruyoruz? Peki nasıl olacak bu? İnsan hayatı maliyetsiz iyi hale getirilebilir mi? Belli ki Tayyipin kastettiği insan hayatı biz işçi ve emekçilerin değil, patronların-sermaye sınıfının hayatıdır. Devamında söyledikleri ise gerçek niyetini ele veriyor Tayyipin; Enflasyon düşüşünü hesaplarken meyve sebzeden çok beyaz eşyadaki düşüşün hesaplanması gerekiyor. Pişkinliğin, utanmazlığın bu kadarına da pes! Evet ne de olsa biz sebze-meyve değil, beyaz eşya yiyoruz! Çocuklarımıza her gün ekmek yerine birer televizyon, buzdolabı ve çamaşır makinesi yediriyoruz!
Yine de Tayyipin hakkını yememek lazım. Partisinin hükümet olmasından bu yana geçen sürede sermayeye, sömürücü asalaklara hizmette sınır tanımadı. Bu sayede üretim rekorları kırıldı, enflasyon düştü. Üstelik bizim yaşantımızın maliyetlerini azaltarak! Nasıl mı?
150 yıllık tarihsel kazanımlarımızı bir çırpıda gaspetmeyi hedefleyen kölelik yasasını meclisten geçirerek patronlara bizi sınırsızca sömürmelerinin önünde hiçbir engel bırakmadılar! 3 vardiya olarak çalışan yerler ikiye düşürüldü, 8-10 saat çalışan yerler 12-15 saate çıkarıldı. Servis, ikramiye vb. haklar kaldırıldı, birçok yerde işçilere çıkış verilerek 2-3 işçinin yaptığı iş 1 işçiye yüklendi! Böylece daha az masraf ederek daha çok kâr sağlamış oldu asalak patronlar! Bize ise kopan parmaklarımız, dökülen etlerimiz, sömürülen emeğimiz ve açlığımız kaldı...
Hortumculara ve emperyalist barbarlara gelince kaynak var, işçiye, emekçiye yok!
Sefalet ücreti bu ayın sonuna doğru belirlenecek. Yapılması düşünülen artış aşağı yukarı şimdiden bellidir. Açıklanacak olan yine açlık ve sefalet ücreti olacak. Her zam döneminde oynanan oyun yine sahnelenecek. Patronlar ve hükümet temsilcileri bir dönem daha fedakarlık yapmamızı isteyecekler. Ne adına! Ekonominin hassas dengeleri ve gerçeğin çok gerisinde kalan Tayyipin bahsettiği beyaz eşya ve pin pon topu fiyatlarını baz alan düşük enflasyon rakamları adına!
Daha ilk tespit komisyonu toplantısında patronların örgütü TİSK Başkanı Refik Baydur, Ocak ayında verilen artış çoktu. Dışarıda çalışmayan çok insan varken, ülke ekonomisinin üzerinde zamlar vermek yanlıştır dedi. Böylece işçi-emekçi milyonlara iki seçenek dayatılıyor: Ya işsiz kalacaksın, ya da sefalet ücretine kölece çalışacaksın!
Peki hani ekonomi rayına oturmuş, enflasyon dizginlenmişti? Hani üretim rekorları kırılıyordu? Belli ki bu üretim rekorları biz işçilerin belini kıra kıra gerçekleştiriliyor. Düze çıkan ve rayına oturan biz emekçilerin değil, sermayenin, patronların ekonomisi. Gücümüzü milletimiz için harcamaya devam edeceğiz diyor Tayyip! Harcamalar eğitim, sağlık, ulaşım, konut, insanca yaşanacak bir ücret için yapılmadığına göre, gücünü nereye harcıyor sermaye devleti?
Bankalarına el konulan hortumcuların ve vergi kaçıran patronların borçlarının silinmesinde örneğin. Örneğin 28 Haziranda İstanbulda yapılacak olan NATO toplantısında emperyalist barbarları ağırlamak için. Bu katiller için yeni zırhlı araçlar alındı, en lüks oteller aylar öncesinden kiralandı. Katillere sunmak için türlü türlü hediyelerin siparişi verildi. Yollar söküldü yeniden süslendi, İstanbulun birçok yerine binlerce kamera döşendi, olağanüstü güvenlik önlemleri için binlerce dolar harcandı/harcanmaya da devam ediliyor. Afganistana yüzlerce asker, silah ve mühimmat gönderilirken, ordu yeni silah alımları için milyarlarca dolar tutan anlaşmalara imza attı. Tüm bunlar yapılırken kaynak sıkıntısından bahsedilmedi. Ama sıra işçi ve emekçilere gelince kaynak hiçbir zaman yo!
İnsanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret!
Tayyipin emekçilere harcadığı güç açlık ve sefalet içinde bir yaşam, kan ve işkence, hakkımızı aradığımızda polis copu, mermi çekirdeği... oldu.
Peki bu satırları okuyan sen işçi kardeşim, bu gerçekleri görmekten daha ne kadar kaçacaksın! Günlük yaşadığını ve hiçbir gelecek güvencenin olmadığını bilmene rağmen! Görmek istemeyen gözden daha körü yoktur. İnsan gibi yaşamalıyız dersin ve yumruğunu sıkarsın. Göğsün kabarır öfken beynine vurur, fakat öfkeni içine atarsın. Tayyip gibi has patron uşaklarının peşinden koşar durursun, ama insan gibi yaşama isteğin bir türlü gerçekleşmez. Artık durup düşünmelisin, acaba nerede yanlış yapıyoruz? demelisin.
Yakınmanın biz işçilere faydası yok. İnsanca yaşanacak bir ücret talebimizin kendiliğinden verilmeyeceğini de bilmeliyiz. Bizim gücümüz ise birliğimizdir. Bu gücümüzü insanca yaşamaya yeterli asgari ücret için birleştirebilirsek kazanmamamız için bir neden yok. Asgari ücret görüşmelerinin sürdüğü bugünlerde bu bilinçle İnsanca yaşamaya yeten, vergiden muaf asgari ücret talebimizi gür bir şekilde haykırmalıyız!
Ekonominin düzeldiği, istihdamın arttığı yönünde pembe tablolar çiziledursun, ülkede yaşanan sorunların en başında işsizlik geliyor. Zar zor iş bulup çalışanlara ise kölelik koşullarında ağır çalışma ve düşük ücretler dayatılıyor. Buna karşılık, ekonomik kriz vb. nedenler gerekçe gösterilerek işsiz kalmakla yüzyüze bırakılıyoruz. Her koşulda fatura bize kesiliyor.
İş güvencesi konusunda, biz işçilerin haklarını koruyan yasalar ise çok güdük. Kırıntı düzeyindeki haklarsa günden güne törpüleniyor.
Bu konudaki en son yasal düzenleme 15 Mart 2003 tarihinde yürürlüğe girdi. Büyük gürültü koparılarak çıkarılan bu yasa esası itibarıyla sahte bir iş güvencesi yasası. Öyle ki Haziran 2003de çıkarılan ve kölelik yasası denilen iş yasasıyla zaten ölü doğmuş durumda.
İş güvencesi yasasına göre;
Yasadan yararlanabilmek için 30dan fazla işçinin çalıştığı bir işyerinde 6 aydan fazla kesintisiz olarak ve belirsiz süreli iş sözleşmesiyle çalışmış olmak gerekiyor. Aksi taktirde iş güvencesi yasasından faydalanamıyoruz.
Kölelik yasası dediğimiz yeni iş yasasıyla ise taşeronlaştırma uygulaması yasal hale geldi. İşyerleri 30un altında sayıya denk gelecek şekilde bölümlere ayrılıyor, taşeronlara devrediliyor. Bir diğer önemli nokta ise, belirli süreli, geçici, part-time, mevsimlik çalışma biçimlerinin de kölelik yasasıyla yasalaşmış olmasıdır. Nitekim, bu yeni iş yasasına göre bütün işletmeler yeniden düzenleniyor. Böylelikle taşeron uygulaması, henüz girmemiş yerlere de hızlı bir biçimde girmiş oldu. Bununla beraber sözleşmelerimiz tek tek değiştirilerek yetersiz de olsa kazanılmış haklarımız da gaspediliyor.
Buna karşılık iş güvencesi yasası bize ne getiriyor? Patron, bizi işten atarsa mahkemeye başvurma hakkımız var. Uzayıp giden mahkemelerin kararı ise ya zaman aşımına uğruyor ya da sonuçlansa bile kayıplarımızı karşılamıyor.
Kölelik yasasıyla birlikte toplu işten çıkarma da yasal hale getirildi. Sahte iş güvencesi yasasıyla verilen kırıntılar kölelik yasasıyla misliyle elimizden alındı.
Herkes rolünü oynuyor. Sermaye uşağı hükümet, ana muhalefet partisi ve sendika ağaları... Ancak sahneye henüz işçiler çıkmış değil. Bu yasalar kolayından geçiyorsa bu bizim örgütsüzlüğümüzden kaynaklanıyor. Haklarımızı korumak ve yenilerini kazanmak için mücadele etmekten başka yolumuz bulunmuyor.
Herkese iş, tüm çalışanlara iş güvencesi!