5 Şubat 2005
Sayı: 2005/05(05)


  Kızıl Bayrak'tan
  Seçim oyunu ve şoven kışkırtmalar
tutmayacak.
  Amerikancı Tayyip sözlerinin arkasında bir
gün bile duramadı
  Emperyalist haydutların seçim oyunu
bitti
  Halkların cellatlarına bu topraklarda yer
yok!
  CHP operasyonunda son perde
  SEKA işçisinin kazanma kararlılığı!.
  SEKA işçilerinden
Unakıtan'a yanıt
  Direnişteki bir UNO işçisiyle konuştuk
  TEKSİF’in başındaki ağalar satışa imza attı!
  GOP BDSP kampanya
faaliyetinden
  Esenyurt ve Kıraç BDSP faaliyetlerinden
  Ankara BDSP kampanya faaliyeti
  İ. Ü.’nde soruşturma
skandalı
   Ulusal sorun ve Kürt hareketi/1 (Orta sayfa)
  Eğitim-Sen’in dünü ve bugünü
  Gayrimeşru seçimler işgali meşrulaştıramaz
  ÖDP 4. Kongresi üzerine
  Filistin halkı direnme kararlılığını koruyor!
  ABD-İngiliz emperyalist ittifakında çatırdama belirtileri
  “Başka bir dünya mümkün”, ama nasıl?
  Sempozyumda sorunlarımızı tartışmaya
hazırlanıyoruz
  PSAKD Maltepe Şubesi röportaj
  Irak seçimleri ve Kerkük üzerine koparılan
fırtına
 AB, kadın sorunu ve Türkiye
 Bültenlerden
 Mumcu cinayeti ve devletin “tuğladan duvar”ı
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

İstanbul Üniversitesi'nde soruşturma skandalı

İstanbul Üniversitesi büyük bir skandalla birlikte kapanmış oldu. Öğrencilerin ‘idari soruşturma' adı altında tehdit edildiği, muhbirliğe, ajanlığa zorlandığı İstanbul Üniversitesi'nde yaşanan usulsüzlüğün üzerini örtme imkanı görünmüyor.
Geçtiğimiz hafta sol görüşlü iki öğrenci, evlerine gelen, ancak üzerinde bir gerekçe ya da soruşturma görevlisi öğretim üyelerinin ismini içermeyen tebliğler ile idari soruşturmaya çağırıldılar. Açılan soruşturmaların üniversitenin herhangi bir yerinde ilanı olmadığı gibi, öğrenci işleri dahil hiçbir kurumda kaydı da yoktu. Fazlasıyla dikkat çekici bu uygulamaya ilişkin sorular, soruşturma gerçekleştikten sonra açıklığa kavuştu. İstanbul Üniversitesi yönetimi öğrencileri soruşturmak adı altında hafiyeliye soyunmuş ve artık polisle olan işbirliğinin üzerini örtmek gibi hiçbir kaygı duymadığını açıkça ortaya koymuştur.
Soruşturmanın gerekçesi ‘idari personele hakaret etmek' idi. Meselenin aslı ise şudur: İstanbul Üniversitesi Merkez Kampüsü'nde, üniversiteye düzenlenen polis operasyonunun hemen ardından, polis-idare-sivil faşist işbirliği konulu bir koridor sohbeti düzenlenmişti. Toplantı başlamadan önce fakültedeki tüm sivil polislerin, sloganlar ve alkışlar eşliğinde fakülteyi terketmeleri sağlanmıştı. Bu tutum karşısında hiçbir şey yapamayan sivil polisler fakülteden kaçarcasına uzaklaşmak zorunda kalmışlardı. İşte soruşturmanın gerekçesi olarak sunulan bu ‘idare görevlileri', sözünü ettiğimiz sivil polisler oluyor. Sormak gerekiyor: YÖK bünyesinde emniyet teşkilatına da mı kadro açıldı' Yoksa YÖK üniversiteleri karakol olarak algıladığını gizlemekten vaz mı geçti'
Bu gerekçeyle açılan soruşturmanın yalnızca bir-iki sorusu bu olayla ilgili olup, ardından soruşturulan öğrenci arkadaşlara, üniversite içerisinde militan kimlikleriyle öne çıkmış isimler hakkında sorular yöneltilmiş, bu arkadaşlar hakkında ifade verirlerse kendilerini kurtarabilecekleri ifade edilmiştir. Öyle ki, rektörlük ve soruşturmacı öğretim üyeleri işi, ‘bu arkadaşlarınızın örgüt üyesi olduğunu söyleyin, sizi kurtaralım' demeye kadar vardırmışlardır. Tüm bu baskı ve tehditler karşısında arkadaşların net ve kararlı tutumları, rektörlüğün planlarını boşa çıkarmıştır. Soruşturma biter bitmez, bu ahlaksızlığın muhatabı olan arkadaşlar üniversitedeki muhalif kesimleri bilgilendirmişlerdir.

Devrimci öğrenciler bu oyunları da boşa çıkaracak!

Öğrenciler soruşturmalardan haberdar olur olmaz bir basın toplantısı yapma kararı aldılar. İHD İstanbul Şubesi'nde düzenlenen basın açıklamasında şunlar söylendi:
‘Sorgu süresi boyunca, arkadaşlarımız, öğretim üyeleri Ersan Şen, Birsen Ersen ve Rauf Verbay tarafından tehdit edildiler ve başka arkadaşlarımızı suçlayıcı beyanlarda bulunmaya zorlandılar. Soruşturmaya katılan öğretim üyeleri, üniversite içerisinde devrimci-demokrat kimlikleri ile öne çıkmış, tanınan bir dizi arkadaşımız hakkında onlarca soru sorarak, ‘onların örgüt üyesi olduğunu söyleyin, sizi kurtaralım' cümleleriyle hem üstü kapalı bir biçimde arkadaşlarımızı tehdit etmiş, hem de açık bir muhbirlik teklifinde bulunmuşlardır.'
‘Özgür'ün ve Tamer'in dışında birçok arkadaşımız hakkında buna benzer soruşturmalar açıldığını öğrendik. Avrupa Birliği ile beraber demokratikleşeceğimiz yalanına inananlara, İstanbul Üniversitesi'ne bakmalarını öneriyoruz. Orada görecekleri, Türkiye'nin kendisi olacaktır. Sokak ortasında kaçırılanlar, gözaltında kaybolanlar, ya da yine okulumuz öğrencisi Önder Babat gibi sokak ortasında vurulanlar... İstanbul Üniversitesi'nin gizli soruşturmalarının ardında gizlenen işte bu gerçeklerdir, perde arkasında aynı baskıcı, işkenceci zihniyet vardır. Sözde demokratikleşen Türkiye'nin bilim üretmesi gereken kurumları, birer adliye sarayına dönüşmüş, öğretim üyeleri sorguculuk kimliğini benimsemişken ve hala bizler, salt ‘özerk-demokratik üniversite istiyoruz' diye üniversitede tehlikeli ilan edilirken, kimse bize Avrupa Birliği masalları anlatmasın!
‘‘Gizli soruşturmaların' peşini bırakmayacağız. Üniversitede bilim adamı kimliğine sahip çıkmaya çalışan bütün öğretim üyeleri ve öğrenci arkadaşlarımız başta olmak üzere tüm duyarlı kesimleri alanlara tepki göstermeye çağırıyoruz. Ne YÖK'ün satılmış öğretim kadroları, ne YÖK'ün üniversite yönetimleri, ne de YÖK görevlisi olan sivil polisler bizleri yıldıramayacak! Bizler YÖK'ün öğrencisi değiliz! Olmadığımız için soruşturuluyoruz!'
Basın toplantısının ardından okula dönüldüğünde, bir-iki arkadaşın daha evine soruşturma kağıdı gittiği ve 2 Şubat günü başka soruşturmaların da yapılacağı haber alındı. Bunun üzerine 2 Şubat günü soruşturmanın yapılacağı odaya toplu bir biçimde gitmek ve ardından bir basın açıklaması düzenlemek karar alındı.
Soruşturma saatinde toplu bir biçimde soruşturmanın olacağı odaya girdiğimizde, bizden önce sivil polislerin geldiğini gördük. Sloganlarla tepkimizi dile getirdik. Bunun üzerine bir öğretim üyesi çıkarak isim listesi okudu ve ‘bu isimler kalsın, diğerleri burayı terketsin' dedi. 16 kişilik bir listeydi okunan. Ancak bu kez gerçekten gizliydi, çünkü öğrenci arkadaşların büyük kısmına tebligat gitmemişti ve konuya dair hiçbir bilgileri yoktu. Planlı ve sistemli bir saldırıydı bu. Öğrenciler iradelerini açıkladılar ve böylesi hukuksuz-usulsüz bir soruşturmayı reddettiler.
Öğrencilerin içinden belirlenen bir temsilci grubunun rektörlükle görüşmesine ve soruşturmaların geri çekilmesi konusunda basınç uygulanmasına karar verildi. Görüşmeye giden arkadaşlar elbette rektörle görüşemediler. Ancak üç rektör yardımcısı, olayın üstünü kapatmakla görevlendirilmiş olarak karşılarına dikildi. Oldukça uzun bir görüşmenin ardından, açıklığa kavuşan birkaç soru dışında, hiçbir somut sonuç alınamadı. Rektör yardımcıları, ‘Ne olacak örgüt üyesi deseler, biz bu bilgileri kendimiz için alıyoruz, polise de vermeyeceğiz. Başınıza bir şey gelmez' vb. yanıtlar verdiler. Ancak öğretim üyelerinin odasından çıkan sivil polisler konusunda bir yanıt yoktu.
Görüşme anında yapılan basın açıklamasına 50 kişi katıldı. Sınav dönemi olmasına ve iki gün içinde örgütlenmesine rağmen bu katılım anlamlıydı. Soruşturma sırasında üzerine ifade alınmaya çalışılan arkadaşlardan birisi yaptığı konuşmayla üniversite yönetimini teşhir etti.

Üniversite mi, Terörle Mücadele Şubesi mi?

İstanbul Üniversitesi son yıllarda soruşturma terörünün en yoğun yaşandığı üniversitelerden biri. Halay çekmekten solcu öğrencilerle görülmeye kadar bir dizi gerekçeyle yüzlerce öğrenciye soruşturma açıldı, onlarca öğrenci okuldan uzaklaştırıldı. Son süreçte, üniversiteye polisin saldırmasının ardından, 80 öğrenci bir kez daha sorgu odalarına çekildi. Bir kez daha Öğrenci Kültür Merkezi sanki olağanüstü yetkileri haiz bir mahkemeye dönüştü. Öğrenciler bir kez daha huzur bozucular muamelesine maruz kaldılar.
Kemal Alemdaroğlu yönetiminin simgesi haline gelen soruşturmalar, onun görevden alınmasıyla rektörlük koltuğuna vekaleten oturan Tankut Centel'in de aynı ölçüde başvurduğu bir karşı saldırı yöntemine dönüştü. Sözde demokrat Tankut Centel, bir burjuva siyasetçisi edasıyla kurulduğu rektörlük koltuğuna oturduğu ilk andan itibaren, Alemdaroğlu yönetimini eleştirdi ve herşeyin bambaşka olacağı iddialarını ileri sürdü. Öğrencilere demokratik gülücükler atarak, sivil faşist saldırılara göz yumdu, çevik kuvvetin üniversiteye saldırmasına izin verdi, ardından devrimci, demokrat, yurtsever öğrencilere soruşturma açarak görevini sonlandırdı. İstanbul Üniversitesi'nde rektörün adı dışında değişen hiçbir şey yoktu.
Rektörlük seçimleri henüz geride bırakılmışken, bu kez üniversitede kapalı kapılar ardında tehditler savruluyor, gizlilik adı altında öğrenciler sorgulanıyor, yargılanıyor. İstanbul Üniversitesi akademik kadrolarıyla beraber, eğitim ve öğretim hizmetini bir kenara bırakmış, adeta kolluk görevini ifa ediyor.
Bu olayın nedenleri üzerinde durmak gerekiyor. Avrupa Birliği süreci ile beraber demokratikleşen bir Türkiye'den söz ediliyor. Düşünce özgürlüğünün geliştirilmesi, insan haklarına saygılı olunması, hukuk devleti ilkelerinin gözetilmesi gibi bir dizi cümle ardı ardına sıralanıyor. Ancak açık ki, emperyalist güç odaklarıyla işbirliğini kurumsallaştıran bir ülkede değişen tek şey, yasaların dilidir. Reformize edilmiş, esnetilmiş dilin ardında, gerçek yaşamda uygulamalarda bir farklılık olmasını beklemek budalalıktır. Aksine yasal düzenlemelerin koyduğu sınırlamalar ve Türkiye'nin imaj sorunu, hukuksuzlukların daha gizli kapaklı sürdürüleceği anlamına gelmektedir. İstanbul Üniversitesi'nde yaşananlar bunun açık örneğidir. Düzen artık yasa dışı yollara başvurmaktadır. Bu, Türkiye'deki rejimin yabancı olmadığı bir yönetimdir.
Gizli soruşturmalar, şaşırtıcı ve olağandışı algılanmamalıdır. Çünkü dünden bugüne değişen bir şey yok. Muhalefet, güçlü olsun ya da olmasın, sesini çıkarmaya devam ettiği sürece düzen cephesinden takınılacak tutum farklı olmayacaktır. Türkiye tarihi bunun örnekleriyle doludur. Ege Üniversitesi öğrencisi Serkan Eroğlu'nun ve İstanbul Üniversitesi öğrencisi Önder Babat'ın öldürülmeleri, polis tarafından kaçırılan onlarca öğrenci, gözaltında kaybedilenler, işkencelere çekilenler... Bu açıdan yaşanan süreci şaşkınlıkla değil, soğukkanlılıkla karşılamak ve hedeflenenin, üniversite devrimci siyasetinin etkisini kırmak olduğunu görmek gerekiyor.
Devrimci öğrenciler bu saldırıları da geri püskürteceklerdir. Ancak İstanbul Üniversitesi bu kez kendisine gizlenecek bir kavuk bulamayacaktır. Öğrencilerini ajana dönüştürmeye çalışan bu zihniyet, kendi kuyusunu kazmaktadır!
Soruşturmalar, tutuklamalar, baskılar bizi yıldıramaz!

Ekim Gençliği/İstanbul Üniversitesi