8 Mayıs'04
Sayı: 2004/18 (10)


  Kızıl Bayrak'tan
  İki 1 Mayıs, iki eğilim ve reformistlerin hezeyanları
  Saraçhane'de 20 bin işçi ve emekçi buluştu...
  Şişli'de icazetli 1 Mayıs
  Ankara'da 1 Mayıs
  1 Mayıs eylemleri...
  1 Mayıs eylemleri...
  Komünist bir işçinin kaleminden 1 Mayıs...
  Edirne'deki polis vahşeti, Türkiye'deki devlet gerçeğine tutulan bir aynadır...
  Yeni Ceza İnfaz Yasa Tasarısı mecliste...
  Selma Kubat: ÖO Direnişi'nin 111. şehidi
  Deniz, Hüseyin, Yusuf... 6 Mayıs şehitleri anıldı
  YÖK yasası üzerine çatışma sürüyor
  Tek çözüm yolu örgütlü mücadele!
  1 Mayıs, Saraçhane ve işçi hareketi
  Almanya'da 1 Mayıs gösterileri...
  Dünya'da 1 Mayıs...
  NATO: İşçi sınıfı ve emekçi halklara karşı emperyalistlerin kirli savaş örgütü
  İşkence fotoğrafları emperyalist barbarlığın Irak'tan yansıyan kirli suretidir
  İşgal güçleri Felluce'de kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı...
  Siyonist cellatlar Filistinli çocukları katlediyor!
  AB'nin doğuya genişlemesi...
  Kürdistan'daki siyasal akımlar-1
  Kadının kurtuluşu sosyalizmde!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Komünist bir işçinin kaleminden 1 Mayıs...

1 Mayıs’ta sınıf kardeşlerimizle
omuz omuzaydık!

118 yıl önce beyinleri aydınlatan, yürekleri tutuşturan bir meşale yakıldı tarihin karanlığına. İşçi sınıfı artık 1700’lü yıllarda olduğu gibi kapitalizme olan öfkesini makinelere değil, kapitalizmin kendisine yöneltiyordu. Yaşamı üreten o kocaman eller artık esaretin zincirlerini kırıyordu. Ayağa kalkan bu dev, barbarlar düzenini tehdit etmeye başlamıştı. Durdurulmalı, cezalandırılmalıydı.

Şikago sokaklarını dolduran binlerce işçiye saldıran sermaye devleti 4 işçiyi katletti, yüzlercesini tutukladı, bir o kadarını sürgün etti. 1.5 yıl süren göstermelik bir yargılamadan sonra işçi önderlerinden dördü; August Spies, Albert Parsons, George Engel ve Adolph Fisher idama mahkum edildiler. Albert Parsons, özür dileme şartıyla affedileceğinin söylenmesi üzerine, mahkeme heyetinin karşısında tarihe geçecek şu sözleri söyledi:

“Bütün dünya biliyor suçsuz olduğumu. Eğer asılırsam cani olduğumdan değil, emekçi olduğumdan asılacağım.”

August Spies ise kendisini idam sehpasına gönderen cellatlarına şöyle haykırıyordu: “Sessizliğimizin, bugün boğduğunuz seslerden daha güçlü olacağı gün de gelecektir.”

Bu çığlık 1917 gelip çattığında bir işçi iktidarını kurmuştu. Sonraki yıllarda birçok ülkedeki halkların mücadelesini zafere taşımıştı. Bu ruh 1 Mayıs 2004’te Türkiye’nin sokaklarında dolaşıyor, Saraçhane’ye akın eden binlerce emekçinin yüreğini tutuşturuyor.

Evet, bu 1 Mayıs, benim için son yıllarda katıldığım 1 Mayıslar’ın en önemlisiydi. Bir nedeni fabrikamda 1 Mayıs çalışması yürüterek sınıf kardeşlerimle omuz omuza yürümekse, diğer nedeni uzlaşmacı ve yasaklamacı tutumlara rağmen fiili bir miting olarak kutlanmasıydı.

Çalıştığım işyerinde olabildiğince bütün işçi arkadaşlara ulaşmak ve miting alanına taşımak hedefindeydim. İşçilerin bir-iki istisna dışında hepsi böyle bir mitinge katılmamıştı ve sermaye medyasının sürekli yansıttığı cam-çerçeve kırma, devlet malına zarar verme bombardımanının etkisi altındaydı. 

İşçilerle konuşurken herşeyden önce 1 Mayıs’ın tarihsel çıkışını ve dönem olarak böyle bir çıkışa ihtiyacımızın olduğunu, fiili-meşru bir mücadele bilincini canlı örnekler ve yaşadığımız koşullarla bağını kurarak kavratmaya çalıştım. Birçok işçiyle canlı tartışmalarımız oldu. 5-6 kişi yemek arası tartışırken, bir işçinin “ben niye boşu boşuna gidip polisten cop yiyeyim, sonra karakollarda sabahlayayım” demesi üzerine, “Sen zaten her gün burada cop yemiyor musun? Kafana vura vura seni her gün 12-14 saat çalıştırmıyorlar mı burada? Programlanmış bir robot gibi yaşamın ev ile iş arasında geçmiyor mu? Mücadeleden ve sorumluluk almaktan daha ne kadar kaçılacak, ya da kaçacak yer kaldı mı bizim için?” demem hepsinde şaşkınlık yarattı.

Bazı işçiler hayret ediyorlardı. Zira hayatlarında ilk defa birisinin, kafalarında “cam-çerçevelerin kırıldığı, polisin copladığı, kovalamacaların yaşandığı gün” olarak bildiği 1 Mayıs’ı canlı örneklerle savunması şaşkınlık yaratıyordu. Birçoğunun gelmeyeceğini bildiğim halde son saatlere kadar tartışmayı sürdürdüm. İşçiler sırf birbirlerine takılmak için “1 Mayıs’a gidiyor muyuz? Taksim’e gidecek miyiz? Pankartlarımızı hazırlayalım?” vb. sözler sarf ediyorlardı. Böylece 1 Mayıs herkesin gündemine girdi.

1 Mayıs sabahı tereddütte olan birkaç işçi gelemeyeceklerini belirttiler. Nedeni de polisin saldırabilme ihtimaliydi. Diğer vardiyadaki bazı samimi işçiler gerçekten gelmek istediklerini, fakat çalıştıkları için gelemeyeceklerini belirttiler. MHP’li ve gerici birkaç işçi arkamızdan bakarken, bunca çalışmanın ardından sınırlı da olsa bir grup işçi olarak gidiyorduk miting alanına. 

Miting alanına giderken

Miting alanına giderken, yıllardır fabrikalarda çalışmış ve birçok sendikal mücadele ve direnişler yaşamış öncü bir işçi haklı olarak gelmeyenlere sitem ediyordu: “Bu işçiler böyle işte. Sen, 1 Mayıs’a gelmeleri için haftalardır onlara birşeyler anlatmak için çabalıyorsun, onlar ise dalga geçiyor. Aslında mitinge gelseler ve oradaki insanları görseler, hem etkilenip birşeyler öğrenecekler, hem de tutum ve davranışları değişecek. Ama hayır, bunlara dikta kuracak, tuttuğu gibi onları mitinglere-eylemlere götürecek bir önder lazım.”

Ben ise ona şunları söyledim: “Zaman gelecek, artık yaşadıkları sorunlara karşı birşeyler yapma gereğini duyacaklar. Şimdi de duyuyorlar, ama bir çıkış yol bulamadıkları için kaderlerine yoruyorlar. Her şeyden önemlisi, kendine ‘bilinçli-öncü’ diyen bir işçi, bu sıfatı hakedebilmesi için işçilere karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirmek durumundadır. Ben onların gelmeyeceğini bildiğim halde, bir bilinç yaratmak için sürekli onlara emek harcadım. Ne yapalım Türkiye’nin ekonomik-sosyal yapısı, izlenen politikalar böylesi bir insan tipi yetiştiriyor. Günlük yaşayan, hayata toz pembe bakan, bencil ve sorgulamayan bir kişilik. Tam da burada öncüler çıkmalı sahneye. Biz sınıfa karşı görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmediğimiz taktirde hem diğer işçileri suçlama hakkımız olmaz, hem de onlardan bir farkımız kalaz. Kafalarında yaratacağımız bir soru işareti bile bir kazanımdır...”

Sınıfın verili durumu, önümüzdeki NATO zirvesi, sınıfı ve emekçi halkları bekleyen kapsamlı saldırılar üzerine tartışarak, mitinge gidecek diğer sınıf kardeşlerimizin toplanma yerine geldik. İşkolumuzda faaliyet gösteren sendikalı kardeşlerimizdi bunlar. Kadınlı-erkekli bütün işçilerin yüzünden 1 Mayıs heyecanını okumak mümkündü. “Yüzlerini bile görmediği İspanyol işçi ve köylüler için” diyordu şiirin birisinde bir şair. Bu dizeleri o esnada yeniden yaşadım. Ne güzel! İlk defa karşılaştığımız bu sınıf kardeşlerimizle aynı duygu ve heyecanı yaşıyorduk. Enternasyonal birlik denen, sınıfın duygu ve yürek atışlarının bir anda atması denen şey bu olsa gerek. Sıkı bir tokalaşma ve kısa bir beklemeden sonra otobüslere binip yola koyulduk. 1 Mayıs heyecanına karışan gece çalışmasının bıraktığı tatlı bir yorgunlukla alana giderken, insanın içindekıvılcımlar saçan ve muazzam duygular yaşatan, duvarları kızıla boyayan Şirinevler mevkiindeki orak-çekiçli yazılar bizi selamlıyordu. “İşçi sınıfının devrimci 1 Mayıs’ı için alanlara!”, “NATO Zirvesi’ne geçit yok!”, “Emperyalist savaşa ve sömürüye karşı 1 Mayıs’ta alanlara!” Kocaman harflerle “TKİP” imzalı yazılardı bunlar...

Miting alanına gitmek için kortejimizi oluşturduk ve ilk sloganlarımızı haykırdık. “Irak-Filistin halkı yalnız değildir!”, “Katil ABD Ortadoğu’dan defol!”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!”, “İşçilerin birliği sermayeyi yenecek!”

Saraçhane’ye vardığımızda diğer emekçilerin bizi selamlayan alkışlı karşılamalarının ardından alandaki yerimizi aldık. Alana fiili-meşru bir mitingin havası hakimdi. Hiç susmayan sloganlara insanların coşku ve heyecanları karışıyordu. Her ne kadar “EMEP teorisyenleri” tarafından “sınıf hareketini bölen” bir tutum olarak değerlendirilse de, güncel olarak yarattığı zayıflık ne olursa olsun, bu ayrışmanın sınıf ve kitle hareketi için ilerletici sonuçları olacaktır. Onlar şimdi içine düştükleri utanç verici durumun faturasını başkalarına ödetmeye çalışıyorlar. Fakat bu durum, Saraçhane’deki katılımı az, Şişli’deki katılımı yüksek göstermekle izah edilecek gibi değil. Devlet güdümlü Türk-İş’in ihanet şebekesi bile bu kadar mürekkep tüketip açıklamalar yapmazken, EMEP’in liberal baylarının, onları İP ve ürk-İş’le buluşturan nedenlere dair Evrensel’de çıkan peşpeşe günah çıkarma yazıları ayrı bir değerlendirme konusudur. Bir kez daha diyoruz ki, “Herkes kendi bayrağı altına!”

Miting alanında bir diğer dikkat çekici nokta, bütün kortejlerde politik şiarların önplana çıkmasıydı. Genelde NATO, ABD ve AKP karşıtı sloganların yanısıra, Irak ve Filistin halkıyla dayanışmanın, sermaye karşıtlığının, devrime ve sosyalizme olan özlemin ifade edildiği sloganlar da önplana çıktı. 2004 1 Mayıs’ı için şu rahatlıkla söylenebilir; ‘96 Kadıköy mitinginden sonra politik atmosferi en güçlü olan 1 Mayıs oldu.

Gece çalışacağımız için miting dönüşü işyerine döndük. Uyku uyumadığımız için bazı arkadaşlar arada gelip durumumuzu soruyordu. Bugünün şerefi üzerine de fabrikaya teyp götürdüm ve 1 Mayıs marşını ve halkların kardeşliğini simgeleyen parçaları koyarak sesini sonuna kadar açtım. Bazı arkadaşlar tebessümle müziği dinleyip mitinge dair sorular sorarlarken, gericiler kendi kendilerine homurdanıyordu.

İşçilerle 1 Mayıs, miting ve genel sorunlar üzerine tartışmalarımız devam ediyor. 2004 1 Mayıs’ı fabrikamda çalışan işçilerin gündemini ilk kez bu kadar meşgul etti. Sözümü, 11 Kasım 1887’de idam sehpasına giden işçi önderi August Spies’in son sözleriyle bitirmek istiyorum:

“Sessizliğimizin, bugün boğduğunuz seslerden daha güçlü olacağı gün de gelecektir.”

Komünist bir işçi/İstanbul