8 Mayıs'04
Sayı: 2004/18 (10)


  Kızıl Bayrak'tan
  İki 1 Mayıs, iki eğilim ve reformistlerin hezeyanları
  Saraçhane'de 20 bin işçi ve emekçi buluştu...
  Şişli'de icazetli 1 Mayıs
  Ankara'da 1 Mayıs
  1 Mayıs eylemleri...
  1 Mayıs eylemleri...
  Komünist bir işçinin kaleminden 1 Mayıs...
  Edirne'deki polis vahşeti, Türkiye'deki devlet gerçeğine tutulan bir aynadır...
  Yeni Ceza İnfaz Yasa Tasarısı mecliste...
  Selma Kubat: ÖO Direnişi'nin 111. şehidi
  Deniz, Hüseyin, Yusuf... 6 Mayıs şehitleri anıldı
  YÖK yasası üzerine çatışma sürüyor
  Tek çözüm yolu örgütlü mücadele!
  1 Mayıs, Saraçhane ve işçi hareketi
  Almanya'da 1 Mayıs gösterileri...
  Dünya'da 1 Mayıs...
  NATO: İşçi sınıfı ve emekçi halklara karşı emperyalistlerin kirli savaş örgütü
  İşkence fotoğrafları emperyalist barbarlığın Irak'tan yansıyan kirli suretidir
  İşgal güçleri Felluce'de kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı...
  Siyonist cellatlar Filistinli çocukları katlediyor!
  AB'nin doğuya genişlemesi...
  Kürdistan'daki siyasal akımlar-1
  Kadının kurtuluşu sosyalizmde!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Edirne’deki polis vahşeti, Türkiye’deki devlet gerçeğine tutulan bir aynadır...

Devletin kutsal görevi, hak ve adalet isteyenlerin beynine cop olup inmektir!

1 Mayıs günü Edirne’den Türkiye’ye aksiyon filmlerini aratmayan görüntüler yansıdı. Görevlerine sadık polis memurları, üzerlerine giydikleri üniformanın kendilerine verdiği güce de dayanarak, iki genci sokak ortasında öldüresiye dövdüler. “İş istiyoruz!” diye bağıran gençler, sözde kendi güvenliklerinden sorumlu olan memurlarca “iş çıkarmayın” dercesine hırpalanmış oldular.

Bu haddini bildirme olayına, sinirleri bozulmuş birkaç polisin yarattığı bir sorun olarak yaklaşılamaz elbette. Ortada kurumsal bir şiddet sözkonusu. Sorun; devlet terörünün, en alt birimleri aracılığıyla basıncını toplumun her kesiminde hissettirebilmesi ve bunda son derece pervasızca davranabilmesi sorunudur. ABD’nin Iraklı mahkumlara tecavüzü meşrulaştıran demokrasi anlayışının, Edirne sokaklarında coplarla uygulamaya konulması sorunudur.

Olay basına yansıdıktan sonra, yetkili kurumlar açıklama yapmaya mecbur kaldılar. Edirne Valisi Fahri Yücel, ‘’Hoş olmayan görüntüler, demokratik bir hakkın kullanılmasına değil, sabıkalı, alkollü, eli bıçaklı saldırganın etkisiz hale getirilmesine yöneliktir’’ dedi. Valinin açıklaması başka bir söz gerektirmeyecek kadar açıktır. Birincisi, valiye göre bir vatandaşın iş talebinde bulunması, demokratik bir hakkın kullanılması sınırları içerisinde değerlendirilemez. Bu vatandaş, iş ve işçi bulma kurumuna bir dilekçe verip günlerce yanıt alamadan beklemeyi tercih etmeli, gerekirse bu süre zarfında dilenmekten de gocunmamalıdır. Ancak iş istemek, toplumun büyük bir çoğunluğunun en yakıcı sorunu haline gelmiş olan işsizlik sorununu gündeme getirmek, isyankarlık ve hatta nankörlüktür. İkincisi, ki bu noktada valinin açıklamasınan kolaylıkla çıkartılabilir; Türk ceza hukukunca çizilmiş olan suç politikalarının çarpıklığı ve tutarsızlığıdır. Vali gençlerin dövülmesi olayını, onların sabıkalı ve bunun sonucu olarak potansiyel suçlu sayılabilmeleri ile meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Böyle bir anlayışın doğal sonucu nedir? Elbette dayaktır, işkencedir, aşağılanma, horlanmadır. Yasalar karşısında eşitlik yazılı hukuk açısından öemli ve her hukuk alanının temelinde duran bir cümleyken, kolluk güçlerince bunun kavranamamış olması şaşırtıcı değil ama ürkütücüdür. Valinin yaklaşımı ise infaz hukukunun resosyalizasyon amacına, yürütme organının birimlerinin dahi bir inancı olmadığını ortaya koymaktadır.

Türkiye’de işsizlik sorunu gün geçtikçe büyüyerek bu sistem içerisinde çözülemez hale gelmiştir. İnsanları açlığa, sefalete, onursuzluğa mahkum edenler, uyguladıkları politikalara ve onların somut sonuçlarına karşı çıkan en cılız sese bile tahammül edemez hale gelmişlerdir. İşsiz insan yığınlarının önüne hırsızlık, gasp, dilencilik dışında bir seçenek konulmamakta, adeta bunlar insanlara, yaşamlarını sürdürebilmeleri açısından tek tercih olarak dayatılmaktadır. Ekonomik alanda yaşanan bu sorunlar, toplumsal yaşamın sürekliliğini ve devletin sözde toplumsal uzlaşmacı politikasını kangrene çevirmiş ve iltihap tüm kurumlara yayılmıştır. Dolayısıyla iyileşmenin tek yolu, bu organları tümden kesip atmak olmalıdır.

1 Mayıs günü Türkiye, işkencenin sistemli olarak uygulanan bir devlet politikası olduğu gerçeği ile bir kez de ekranlar aracılığıyla yüzleşmiş oldu. Televizyon kameraları önünde gençlere işkence eden polislerin, kapalı mekanlarda, karakolların zemin katlarında, nezarethanelerin ses geçirmez bölmelerinde neler yapabileceklerine dair bir fikir oluştu insanların kafalarında. İşsizlik sorununu çözmeye dair hala umut besleyen binler, düzen cephesinden çoktan ortada bırakıldıklarını anlamış oldular. Ekmek isteyene açlığın, iş isteyene havalarda uçuşan copların, insanca yaşamak isteyene zulmün dayatıldığı gerçeği, hala sessizliğini koruyan birçok insanın yüzüne bir tokat gibi inmiş oldu.

Bir insan neden iş ister? Bir genci sokak ortasında “iş istiyorum” diye bağırtan nedir? Bugün insanlar yaşamlarını onurlu bir biçimde sürdürebilmek için iş istemektedirler. İnsanca yaşamayı çalışan insanlarına sağlamaktan aciz olan bir devletin, çalışmayan insanları gözden çıkarmış olduğu ortadadır. Sağlıklı, beden gücü yerinde gençler, bugün bir kenara atılıp çürümeye bırakılıyorlar. İşte Edirne’dekiler gibi buna tepki duyanların ise bedenleri coplarla çürütülüyor. Bu gençlere dayak atan polisler nasıl bu eylemi kendi bireysel şiddet eğilimleriyle değil, kurumsal eğitimleriyle ve anlayışlarıyla gerçekleştirmişlerse, sokak ortasında isyana geçen bu gençler de kendi bireysel isyanlarını değil, geniş bir kesimin taleplerini dile getirmişlerdir. Bu gençler için olduğu gibi, dha birçok insan için bıçak kemiğe dayanmıştır. Polislerin oradaki amacı asayişi sağlamak ya da bir iki isyankarı susturmak değil, onların düşüncelerini, beklentilerini, umutlarını dile getirişlerine engel olabilmektir.

Edirne’de yaşanan olay bir gerçeği daha gözler önüne serdi. Eskiden kameraların karşısında bir nebze tedirgin olduğu bilinen polislerin, bugün artık hiçbir sakınmalarının kalmadığı görülmüş oldu. Etkisiz hale getirme yetkilerini, baygın insanların kafalarını ezerek kullanan bu polislere sonrasında valiliğin sahip çıkması ise ibret verici bir olgu olarak orta yerde duruyor.

Bu olayın Edirne’de yaşanmış olmasının özel bir anlamı olmasa da, tarihinin 1 Mayıs oluşu dikkati çekmelidir. 1 Mayıs günü toplumun çeşitli katmanlarından yüzbinler sokakları doldurdu, aslında o gün dayak yiyen bu gençlerin taleplerini dile getirmiş oldular. O gün Edirne’de bağıran salt iki kişiydi ve polis dayakla engelleyebildi. Peki büyüyen işsizler ordusu hep bir ağızdan seslerini duyurmaya çalıştıklarında, nasıl susturulacaklar? İnsanların açlıkları büyüdükçe, sorunları derinleştikçe öfkeleri de artıyor. Devletin pervasız cop darbeleri ise sadece bu öfkeyi artırmaya yarıyor.



Karşımızda herşeyiyle örgütlü egemen bir sınıf var...

Sokak ortasında işkence!

Edirne’de iki işsiz genç, iş aramak için gittikleri yerde iş bulamamanın sıkıntısıyla tepkilerini açığa vurdular. Onlar milyonlarca işsizden sadece ikisiydiler. Milyonların öfkesiydi dile getirdikleri. İş istiyorlardı. Çalışmak istiyorlardı. Çaldıkları tüm kapılar yüzlerine kapanmıştı. Aynı zamanda ikisi de sabıkalıydı. Türkiye’deki nüfusun yüzde onu gibi.

Bulundukları yere hızla polis geldi. Polisin ilk işi onları coplamaya başlamak oldu. Şanslıydılar sokak ortasında gördükleri işkence kaydedilmişti. Medya tarafından gözler önüne serildi. Medya her zamanki gibi onların sabıkalı oluşlarıyla daha çok ilgilendi. İçişleri Bakanlığı konuya ilişkin yaptığı açıklama ile görevlilerle ilgili soruşturma açılacağını bildirdi. Biz bunu da çok iyi biliyoruz. Soruşturmanın sonucu ya yargılamaya bile gerek görmezler ya da yıllarca sürecek yargılamalarla dava zamanaşımına uğratılır. En iyi durumda ise işkenceyle adam öldürme gibi tüm ayrıntılarıyla açık olan durumlarda bile ödül gibi cezalar verilerek sonuçlanır. Bunun için Birtan Altunbaş davası iyi bir örnektir.

“İşkenceye sıfır tolerans” diye açıklama yapmış olan hükümetin kolluk güçleri meydan ortasında, herkesin gözü önünde işkenceyi böylesine rahat yapabiliyorlarsa F tipi zindanlarda hücrelerde kim bilir neler yapmıyorlardır...

Saddam’ın işkencelerine, baskılarına karışı Irak halkını özgürleştirmeye giden ABD emperyalizminin Iraklı tutsaklara yaptıkları işkencenin açığa çıkması ve dünya genelinde gündeme oturması ile aynı günlere rastgeldi bu olay. Efendilerinden aşağı kalmayacaklarını bir kez daha göstermiş oldular. Zaten her Amerika ziyareti zindanları katliamlara sahne olmuş bir ülke burası. Katliamlarla devletin hakimiyetinin gösterilmeye çalışıldığı, güç ve kararlılık gösterisinin yapıldığı bir ülke burası.

İşsizlik kapitalizmin yapısal bir sorunudur. Kaptalizm varolduğu sürece işsizlik de varolacaktır. Bu sorun çözemeyeceği ve çözmek istemediği bir sorundur. İşsizlerin de işçi sınıfının da tek kurtuluş yolu kapitalizme karşı mücadeleden geçmektedir. Yaşamımızın bireysel çözümlerle düzelmediğini her zaman yeniden görüyoruz. Sınıfımızın bir parçası olarak hareket etmeliyiz. Sınıfsal tutum ve davranış bizi güçlendirecektir. Sınıfsal öfkemizi birleştirmeliyiz. Bu öfke örgütlü bir hale gelip kendi sınıf öncüleriyle buluştuğu zaman yenilmez olacaktır. Tutumumuz “Sınıfa karşı sınıf!” tutumu olmak zorundadır. Karşımızda herşeyiyle örgütlü bir sınıf var. Ona karşı örgütlenmezsek çaresiz durumumuzu yenemeyiz. Karşımızdaki sınıfın bu kadar güçlü olmasının nedeni bizim kendi sınıfsal çıkarlarmızın bilincinde olmayışımızdandır. Kendi örgütlü gücümüzün safında yer almayışımızdandır.