8 Mayıs'04
Sayı: 2004/18 (10)


  Kızıl Bayrak'tan
  İki 1 Mayıs, iki eğilim ve reformistlerin hezeyanları
  Saraçhane'de 20 bin işçi ve emekçi buluştu...
  Şişli'de icazetli 1 Mayıs
  Ankara'da 1 Mayıs
  1 Mayıs eylemleri...
  1 Mayıs eylemleri...
  Komünist bir işçinin kaleminden 1 Mayıs...
  Edirne'deki polis vahşeti, Türkiye'deki devlet gerçeğine tutulan bir aynadır...
  Yeni Ceza İnfaz Yasa Tasarısı mecliste...
  Selma Kubat: ÖO Direnişi'nin 111. şehidi
  Deniz, Hüseyin, Yusuf... 6 Mayıs şehitleri anıldı
  YÖK yasası üzerine çatışma sürüyor
  Tek çözüm yolu örgütlü mücadele!
  1 Mayıs, Saraçhane ve işçi hareketi
  Almanya'da 1 Mayıs gösterileri...
  Dünya'da 1 Mayıs...
  NATO: İşçi sınıfı ve emekçi halklara karşı emperyalistlerin kirli savaş örgütü
  İşkence fotoğrafları emperyalist barbarlığın Irak'tan yansıyan kirli suretidir
  İşgal güçleri Felluce'de kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı...
  Siyonist cellatlar Filistinli çocukları katlediyor!
  AB'nin doğuya genişlemesi...
  Kürdistan'daki siyasal akımlar-1
  Kadının kurtuluşu sosyalizmde!
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
AB’nin doğuya genişlemesi...

Emekçilere karşı bir saldırı projesi

Önceden hazırlanmış medyatik bir şov eşliğinde 1 Mayıs günü AB yeni 10 ülkeyi kulübüne katarak, üye sayısını 25’e çıkardı. Ekonomik-politik güç ilişkilerini ve hiyararşiyi yansıtan Almanya-Polonya sınırındaki dışişleri bakanları buluşması, AB’ni resmi marşı olanBethoven’un 9. senfonisi eşlmiğinde dökülen sevinç gözyaşları, başbakan Schröder’le Çek Cumhuriyeti sınırında el sıkışmalar, gerçekte ‘89 yılında Berlin duvarının yıkılışıyla ve Aralık 1991’da Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla başlayan sürecin tamamlanması seremonisiydi.

Yeni üye ülkelerin (Malta, Kıbrıs (Yunan tarafı) Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Slovakya, Estonya, Letonya, Litvanya ve Slovenya) hükümetleri halklarını, AB’nin “ekonomik ve kültürel nimetlerinden” pay alma vaadleriyle bu seremoniye ortak etmeye çalıştılar İrlandan’ın başkenti Dublin’de 25 ülkenin bayrakları, 5 bin polis ve 2.500 özel ordu görevlisi tarafından korunarak göndere çekildi. 700 kişilik bir karşıt gösteri hemen dağıtıldı.

Akdenizin iki adası Kıbrıs ve Malta dışında tutulduğunda, AB’nin doğuya genişlemesi esas olarak, Varşova Paktı üyelerinin sömürgeleştirilerek, tekellerin egemenliğinin girmesinin tamamlamasıdır. AB’ni doğuya genişlemesi, doğu ve güney Avrupa ülkelerinin “merkezi Avrupa” gücüne bağlanması, bu güçler tarafından denetlenmesidir. Birlik süreci izlendiğinde, üyelik koşullarının başta Almanya olmak üzere “merkez Avrupa” tarafından dikte ettirildiği görülecektir.

‘98 yılından başlatılan üyelik müzakereleri, sadece yeni üyelerin yerine getirmesi gereken kriterleri ortaya koyuyordu. 5 bin sayfayı aşan anlaşma metni, yeni üyeleri, serbest pazar ekonomisi önündeki bütün engelleri aşmak için her türlü önlemi almakla yükümlü kılıyordu.

Bu sürecin çelişki ve çatışmalarla ilerlemesi kaçınılmazdı ve birçok gelişme bunu ortaya koydu.

Belirleyici olan “birlik” içindeki çelişkiler

Avrupa Birliği’nin gerçekleşmesi özellikle Alman burjuvazisi için büyük bir önem taşımaktadır. Almanya liderliğinde Avrupa ekonomik sahası yıllardır Alman burjuvazisinin temel yayılma stratejisidir. “Güneşte bir yer tutmak”, yani Avrupa dışında sömürgeler edinmek, ancak Avrupa pazarını denetlemekle olanaklı olduğu için, güncelliğini her dönemden korumuştur. Bu dış politik yönelim özellikle Doğu Almanya’nın yutulmasından sonra saldırgan bir karakter kazanmıştır.

Simens şefi Kaske, “AB dünya ekonomik gelişmelerine karşı Avrupai bir yanıt olmalıdır” diyerek, “saçma iç sınırları kaldıralım” direktifini veriyor. “Dünya çapında rekabette başarılı olmak için büyük tekellerin bir anavatana tabii ki ihtiyacı olacaktır” diyor, eski Daimler-Benz’in yönetim kurulu başkanı Edzard Reuter. Ve ekliyor; “ama bu anavatan kesinlikle Almanya gibi küçük bir ülke olmamalıdır, bu en azından Avrupa’yı kapsamalıdır”!

Bu süreç en açık politik ifadesini dışişleri bakanı Fischer’in 12 Mayıs 2000’de Berlin’deki Humboldt Üniversitesin’de yaptığı konuşmada buldu. “AB’nin genişlemesi ulusal çıkarların en üstünde yeralmaktadır” diyen Fischer, bu süreçte en kazançlı kesimin Alman “işverenleri” olduğunu belirtmekten kaçınmadı. Bu konuşmasında, daha sonra AB anayasası müzakerelerinde netleşecek olan güç ilişkileri ve dengelerine de atıfta bulunuyordu Fischer: “Az bir ülke grubu önder gücü, çekim merkezini, motor gücü oluşturacaktır. Buna boyun eğmeyen üyeler ise bu sürecin dışında tutulacaktır.”

Bu “lider güçlerin” AB’nin ortak savunma ve dış politika yaratma çabasında ilk çelişkiler Irak savaşı politikasında yaşandı. Bu olay, “birliğin” çelişki ve çatışmalar üzerine oturduğunun somut bir işareti oldu.

6 Şubat 2003’de aday üyelerin ABD yanlısı tutumları “liderler” tarafından, o güne kadar diplomaside kullanılmayan bir üslupla yanıtlandı. Chirac, “ben bunların ağızlarını tutmayarak iyi bir fırsatı kaçırdığıma inanıyorum” diyordu. Buna karşılık Portekiz dışişleri bakanı ise, “Berlin ve Paris’in, Alman-Fransız yörüngesi dışında başka ‘geometrik varyasyonların’ da mümkün olduğuna alışmaları gerekiyor” açıklamasını yaparak tepkisini yansıtıyordu. Toni Blair’in danışmanı Peter Mendelson’un yorumu ise şöyleydi: “Alman-Fransızların AB’ye bağlayıcı kuralları saptama çabası bütün ilişkileri tehlikeye atıyor.”

Özellikle anayasa tartışmalarında yaşanan tıkanıklık, belirginleşen bu diktaya bir tepkiyi de anlatıyordu. Chirac “Anayasayı imzalamayan AB’den çıkmak üzerine düşünmelidir” tehdidiyle yeni üyleri disipline etmeyi amaçlıyordu. Tam da bu noktada Blair’in AB anayasasını halk oylamasına sunma kararı, yaşanan sorunların en somut ifadesi oldu. “Anayasanın bu biçimiyle hiçbir üye ülke halkı tarafından kabul görmüyeceği kesin. Halka sorulsaydı, bu AB ayanasası doğrudan reddedilecekti.” Blair’in bu açıklamasını Chirac bir provakasyon olarak değerlendirmekte gecikmedi.

Büyük bir olasılıkla (ki bu kolay olmayacak) Haziran’da onaylanacak anayasa, üye ülkelerin ortak dış savunma ve güvenlik politikalarını zorunlu, AB Parlamentosu ve ulusal hükümetlerin kararlarını ise etkisiz kılıyor. AB’yi yöneten, denetleyen ve karar veren tek güç komisyon üyeleri, daha doğrusu komiserlerdir. Bu emperyalist bürokratik aygıt burjuva dekmokrasisindeki çürümenin de en somut göstergesidir.

Tek tek üye ülkelerin “bağımsızlığı” ortadan kaldırılıyor, bu “merkez emperyalist güce” ekonomik, politik ve askeri olarak tabi kılınıyor. Anayasada en çok nüfusa sahip ülkelerin belirleyici kararı vermesi yasallaştırılıyor. Alınan bir karar nüfusun %60’nı kapsıyorsa geçerli sayılacak. Yeni “merkez Avrupa” resmen üst bir emperyalist güç ilişkisi olarak yasallaşmış oluyor. Buna göre AB içinde Almanya’nın onayı olmadan hiçbir karar uygulanmaya konulamayacak. Böylece, çelişkiler yumağıyla girilen bu yeni birlik sürecinde alınan her karar yeni çelişki ve çatışmalara temel oluşturacak.

Kazanan tekeller, kaybeden emekçiler olacak

Doğu’ya genişleme, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi sınıfların bütün kesimlerine karşı yoğun bir saldırı süreciyle içiçe gelişti. Dışta yayılmacı politikaları içerde sosyal saldırılar tamamlıyor. Emeklilik ve sağlık sigortasını adım adım tasfiyesi, AB içinde farklı işgücü pazarının yaratılması başta olmak üzere hayata geçirilen saldırılarla tekellerin diktası meşrulaştırılıyor. Önümüzdeki süreçte AB ülkeleri arasındaki uçurum daha da derinleştirecek. Eski AB ülkelerinde ortalama işsizlik oranı %8 düzeyinde. Bu Polonya’da %20, Slovakya’da %19 oranındadır. Yeni üye ülkelerin en önemli sanayi dalları batılı tekellerin denetimindedir. Yani doğuya genişleme doğu ve güneydoğu Avrupa ekonomik sahasının, işgücü rezervlerinin ve diğer zenginliklerinin tekellerin denetimine geçmesiyle amamlanmıştır.

AB emekçileri saldırıyı kabullenecek mi?

AB süreci emekçi sınfların bütün kesimlerini kapsayan bir saldırı stratejisi olarak gelişmiştir. Bugün tekellerin AB’sine karşı Avrupa emekçileri içinde küçümsenmeyecek bir tepki mevcuttur. Yeni sömürgeci ilişkiler, yabancı sermayenin ülkelerin bağımsızlığını tasfiye etmesi, birçok yeni üye ülkede emekçileri “ülkenin satılmasına” karşı harekete geçirirken, AB’yi bir saldırgan militarist güce dönüştürme çabasına karşı da dipten gelen dalga büyümektedir. AB tekellerinin egemenliğine karşı sergilenen küçümsenemeyecek direniş enerjisi, Slovenya ve İtalyan emekçilerinin 1 Mayıs’ı ortak kutlamaları başka bir gelişmeye de işaret etmektedir

AB sürecinde emperyalist politikaların geri tepmesine, birlik içindeki çelişki ve çatışmaların derinleşmesine yol açacak en önemli etken emekçi sınıfların direnişi, emekçilerin Avrupa çapındaki birliği olacaktır.